80'lerin sonu, 90'ların başında çocuk olanlar ülkenin en şanslı kesimidir kanımca. Ülkenin en huzurlu dönemleridir ayrıca bu yıllar. Teknoloji yeni yeni hayatımıza girmiştir. Televizyonun en önemli elektronik alet olduğu dönemlerdir. Sadece ülkemizde de değil, neredeyse tüm dünyada nispeten sorunsuz bir dönemdir. Eski ile yeninin kaynaştığı bir geçiş dönemi olmasından kaynaklıdır belki de. Çok fazla imkan yoktur ama yine de huzur vardır. Büyük şehirler bunca kalabalığın hengamesi altında, kaos ortamına dönmemiştir henüz. Komşuluk ilişkilerinin, büyük şehirlerde bile değer gördüğü zamanlardır. İnsanlar çocuklarını korkmadan sokaklara, parklara bırakabilir. Çocuklar da akşama kadar sokaklardadır. İkişer taş ile kaleler kurup, plastik bir topla akşama kadar koşturabilirler. Kendi doğaçlama ve evrensel kuralları vardır oyunların. Üç korner, bir penaltıdır mesela. Topu oynanılan yerin dışına atan kişi gidip getirir. Bazen misket oynarlar bir köşe başında ya da saklambaç. Bazen de tasolarla, gazoz kapaklarıyla eğlenirler. Her oyunun bir dönemi vardır ve tüm çocuklar da sözleşmiş gibi onu oynarlar. Ya da meyve ağaçlarına tırmanırlar. En lezzetli meyve de dalından yenilendir zaten.
Kısacası çocuklar özgürdür o dönem ve sürekli hareket halindedirler. Herhangi bir sorumlulukları da yoktur okulları dışında. Kimse de başka bir şey beklemez onlardan, derslerinde başarılı olmaları dışında. Şimdiki çocuklar gibi siyasetle filan alakaları yoktur. Ekonomi hakkında bir şey bilmezler. Alım gücü çok yüksek olmamasına rağmen, günümüze kıyasla oldukça iyidir o dönem. Çocukların aldığı cep harçlıkları yeter de artar onlara. Okul dışında tek yaptıkları oyun oynamaktır. Mesela mahalle maçları olur ve gayet ciddi bir meseledir. Büyükler tarafından seyredilince prestij meselesi haline gelir. Komşularla piknik, mangal organize edilir dönem dönem. İnsanlar kaynaşır ve paylaşır. Arkadaşlıklar sanal değildir şimdi ki gibi, o yüzden de değerlidir. Öyle kolay kolay da küsülmez, küsülse bile çabucak barışılır. Bazen okulu kırıp denize, göle yüzmeye gidilir. Akşam ezanından önce evde olma kuralı vardır yazılı olmayan. Fakat çocuklar kendilerine bağırılana kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamaz, eve de girmek istemezler. Tabi özellikle bekledikleri TV programları yoksa. Şirinler, Tom ve Jerry, Küçük Golcü, Alf, Ninja Kaplumbağalar, Pokemon, Şeker Kız Candy gibi çizgi filmler ya da çocuk programları ekrana kilitler çocukları. Susam Sokağı mesela o kuşağın çocukları için çok özeldir. Tüm dünyada da hemen her çocukta iz bırakmıştır. Özetle, çocuklar sadece çocuktur bu dönemlerde.
Milenyum sonrası ise, her şey yavaş yavaş değişmeye başladı. Teknolojinin hayatımızın her alanına girmesiyle birlikte; insan ilişkilerinden tutun da, sosyal, kültürel hayata kadar neredeyse her şey samimiyetini yitirdi. Her geçen gün daha gelişmiş bir uygarlığa doğru gidildiği düşünülürken; tüm dünyada bir gerileme, yozlaşma ve tektipleşme ortaya çıktı. Özellikle de ülkemizde; geçen her gün , bir önceki günden daha kötü bir hal aldı. Maalesef hala bu istikrarla kötüye gitmeye devam ediyor.
80'lerin sonu, 90'ların başında çocuk olanlar için en şanslı nesil diyorum; çünkü gerçek bir çocukluk dönemi geçirmelerinin yanı sıra, bu döneme kıyasla daha iyi bir eğitim de aldılar. Köy okullarında, sobalı sınıflarda ders yapan çocuklar bile; günümüz çocuklarına göre daha donanımlı bir eğitim hayatı geçirdiler. Yine aynı şekilde üniversite dönemleri de günümüz ülke standartlarına göre oldukça kaliteliydi. Alım gücü yüksekti ve pahalılık bugüne kıyasla oldukça azdı. Üniversiteler özgürdü, henüz atama rektörler ve baskılar yoktu. Günümüzde ise, her şehre bir üniversite açılması övünülerek anlatılıyor. Lise seviyesinde bile olmayan bu kurumlar, diplomalı işsizler kervanını beslemekten başka bir işe yaramıyor. Zaten çocuklar çocukluklarını yaşayamaz haldeler, üstüne gençlikleri de yitip gidiyor. Aileler çocuklarını sokağa bırakmaya korkar hale geldi, yanı başımızdaki komşuya bile güvenemez durumdayız. Çocuklar evlerinden dışarı çıkmadığı gibi, birbirleriyle doğru düzgün iletişimleri de yok. Ellerinde telefon, tablet ile büyüyorlar. Bilgisayar oyunları dışında oyun bilmiyorlar. Bu yüzden, genellikle sosyalleşemiyorlar da. Arkadaşlık ilişkileri de sosyal medya hesaplarından; samimi olmayan, kolay edinildiği için kolay yitirilen bir duruma evrildi. Kısacası 2000 sonrası doğan çocuklar, çocukluklarını yaşayamadan büyüyorlar. Özellikle de ülkemiz çocukları ve gençleri bu konuda çok şanssız. İlkokul çocukları bile aldığı dondurma, çikolata üzerinden enflasyonun, ekonominin ne olduğunu öğrenmiş; her alana yayılan ayrışma ve kutuplaşma ile siyasetle erken yaşta tanışmış durumdalar. Tek artıları ise; geçmişi görmedikleri için, günümüz ile kıyas yapamıyor olmaları. Bizim ise en büyük eksimiz bu olabilir. Ülkedeki her şeyin, her geçen gün daha kötüye gidişini görmek kadar üzücü bir şey yok. Geçirdiğimiz güzel çocukluğun bedeli de bu olsa gerek.