57 yıllık kısacık yaşamına bu kadar büyük zaferleri ve başarıları sığdırabilmiş olan büyük devrimci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’teki ilk hastalık belirtileri 1937 yılında görülmeye başlamıştır. Ancak başlangıçta, bu durum fazlaca önemsenmemiştir. 1938 yılının ilk günlerinde vücudunda kaşıntı ve bazı kabartılar görülen Mustafa Kemal’in bu şikâyetlerine; bugün için inanılması çok güç ve bizler için de çok acıdır ama, ne yazık ki karınca ısırığı teşhisi konulmuştur. 1938 yılının Şubat ayında Yalova’da sancıları ve kanamaları artınca, o zamanın Kaplıcalar Genel Müdürü olan Sadullah Güney, Atatürk’ü tedavi etmek üzere Doktor Nihat Reşat Belger’i çağırmıştır. Yalova Kaplıcalarında Mustafa Kemal Atatürk’ü tepeden tırnağa muayeneden geçiren Doktor Nihat Reşat Belger, Atatürk’ün gerçek hastalığını ilk olarak 21 Ocak 1938 günü orada teşhis etmiştir. Aynı zamanda eski Sağlık İşleri Bakanı da olan bu Doktor, yaptığı muayene sırasında Atatürk’ün karaciğerinin büyümüş olduğunu belirlemiştir. Bu teşhisin yakın çevresi üzerinde kaygı yaratması nedeniyle Atatürk, hemen İstanbul'dan Dr. Neşet Ömer’i çağırtmıştır. O da yaptığı muayene sonucunda karaciğerin dört parmak büyümüş olduğunu saptamıştır. 1938 yılı Şubat ayının 27. günü, Balkan İttifakı Devletlerinin Dışişleri Bakanları onuruna Çankaya Köşkünde bir yemek ziyafeti tertip edilmiştir. Ancak, saat 20.00’ye geldiği halde, hala akşam yemeğine başlanamamıştır. Bu gibi toplantılara, dakikası dakikasına gelmekle ün salmış olan Atatürk, henüz ortalarda görünmemektedir. Atatürk’ün Doktoru Asım Arar, ortalıkta bir tuhaflık olduğunu sezinlemiştir. Atatürk’ün hastalığının ciddiyetini orada bulunan, Atatürk’ün çok sevdiği ve güvendiği İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya söylemiştir. Durumu öğrenen İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, doktoru da yanına alarak birlikte Başbakan Celal Bayar’a gitmiş ve durumu O’na da anlatmıştır. Daha sonra bu üçlü, kendi aralarında bir durum değerlendirmesi yaparak Atatürk’ü, kendisine bir konsültasyon yapılması konusunda ikna etmeyi başarmıştır. Prof. Neşet Ömer, Prof. Akil Muhtar, Prof. Nihat Reşat Belger, Dr. Hüsamettin Kural, Dr. Naki Ziya Yaldırım ve Dr. Asım Arar’dan oluşan bu kurul 06 Mart 1938 günü Çankaya Köşkünde toplanarak Atatürk’ü bir konsültasyondan geçirmiştir. Yapılan konsültasyon sonucunda bu Kurul, Atatürk’ü tedavi etmek üzere Paris Tıp Fakültesi Hocalarından Prof. Dr. Fiessenger'in çağırılmasını istemiştir. Bundan sonra Atatürk’ün tedavisini, belirli aralıklarla İstanbul’a gelip gitmeye başlayan Prof. Dr. Fiessenger yapmaya başlamıştır. Atatürk, çok sevdiği ve güvendiği o zamanki CHP’nin Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı olan Şükrü Kaya’yı İstanbul’a çağırtarak kendisinden, Prof. Dr. Fiessenger, Prof Dr. Neşet Ömer, Prof. Dr. Nihat Reşat Belger ve Dr. Abravaya’nın kendi aralarında yapacakları toplantıya katılarak burada konuşulanları gizlice kendisine aktarmasını istemiştir. İçişleri Bakanı olan Şükrü Kaya da bu isteği yerine getirmiştir. Böylelikle Atatürk, 8 Haziran 1938 günü en fazla iki yıllık bir ömrünün kaldığını ve her an ölme riskinin bulunduğunu önceden öğrenmiştir. Ancak, bu gerçeği yakın çevresine hiç bildirmeden, soğukkanlılığını ve dirayetini hiç yitirmeden o zaman üzerinde önemle durduğu Hatay sorunun çözülmesi çalışmalarını sürdürmeye aynen devam etmiştir. Ayrıca ani ölümü karşısında herhangi bir karışıklığa neden olamamak için vasiyetini kendi el yazısıyla hazırlamaya başlamıştır. Bu vasiyeti doktor kılığında gizlice Dolmabahçe Sarayına getirttiği İstanbul Altıncı Noteri İsmail Kunter’e onaylatmıştır. Atatürk bu vasiyetinde Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarına özel bir ağırlık verilmesini istemiştir. Vasiyetin hazırlandığı sıralarda hastalığı giderek ilerleyen Atatürk’ten belirli aralıklarla su alma işlemleri devam etmiştir. Ancak her su alınışından sonra durumu daha da kötüye gitmiştir. Yapılan bu zorlu, acılı ve sancılı tedavi süreci boyunca Atatürk, hiçbir zaman bilicini yitirmemiştir. Yataklarda geçirdiği son anlarında bile devletin ve toplumun geleceğine ilişkin çözümler üretmiş ve çevresine önermiştir. Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe günü son nefesini verdi. Bu sırada odasındaki; çocukluk arkadaşı ve yakın dostu Nuri Conker'in Atatürk'e armağan ettiği, güzel fosforlu, dört köşe masa saati; saat, dokuzu beş geçeyi gösteriyordu. Böylelikle yakın siyasi tarihimizin ilerici devrimler dönemi kapanmış oldu. Cumhuriyet döneminin altın yılları sona erdi. Yaşamının tamamını, Türk halkının emperyalist sömürüden kurtulması, tam bağımsızlığı, dirlik düzeni ve refahı uğrunda verilmiş mücadelelerle geçirmiş olan Büyük Cumhuriyet Devrimcisi Mustafa Kemal Atatürk’ü; ölümünün 85’inci yıldönümü nedeniyle bir kez daha özlem ve saygıyla yad ediyoruz. Kendisinden sonraki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ölümü üzerine söylediği gibi “Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi, İnsanlık idealinin aşık ve mümtaz siması; EŞSİZ KAHRAMAN ATATÜRK. VATAN SANA MİNNETTARDIR. Bütün hayatında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol, aziz hatıran, sönmez meş'ale olarak ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutacaktır.” Sözleriyle bir kez daha anıyor ve manevi huzurunda saygıyla eğiliyoruz.