Ahmet Say anısına MEB Şura Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde edebiyat alanında Ahmet Telli ödüle layık görüldü. Cumhuriyet'ten Eren Aysan, Ahmet Say'ın hayatını ve törenin ayrıntılarını köşesine taşıdı. Aysan'ın yazısı şöyle:

"Ahmet Say ülkemizin tam aydınlarındandı. Eğer bizim gibi bir memlekette aydınlanma sorumluluğunu taşıyorsanız bedel ödemeye razı olursunuz. Aydınların önünü kesmeye, onu kıstırmaya, gerektiğinde yok etmeye dayanan hunharlık, daha geri olan coğrafyalarda yas¸anmaz. Çünkü onların aydınları yok denecek kadar azdır ve genellikle ülkelerini terk etme yolunu tutmus¸lardır. Bizde ise aydın düs¸manlıgˆı siyasal bir gelenek halini almıştır. Nedeni açıktır: Yurdu kurtaran aydınlarımız olmus¸tur, batıran ise siyasetçilerimiz. Kamplas¸manın kökeninde bu gerçeklik yatar. Ahmet Say William Blake’in “Neşelenmek için doğmuş bir kuş/ nasıl şakısın kafes içinde” dizelerinin ayrımında sorumlu bir aydın/ sanatçı olarak bu gelenekten nasibini almış, başına onca çorap örülmüş, yargılanmış, sürgünü tatmıştı. Ama her zulümden bir iyilik çıkarmayı başarmıştı. Bingöl’den teybe kaydettiği müzikal derlemelerle, en önemlisi de “Güneşin Savrulduğu Yerden - Bingöl Hikâyeleri”yle çıkması direncinin en önemli kanıtıdır. 

Keçe Zemin Üzerine Yün Kullanarak Yaptığı Eserleri Görücüye Çıkardı Keçe Zemin Üzerine Yün Kullanarak Yaptığı Eserleri Görücüye Çıkardı

80’lerin karanlık ikliminde başkentte bir çocuk olarak babam Behçet Aysan’ın en yakın arkadaşı/ ağabeyi Ahmet Say’ı ABC Kitabevi’nin önünde taba rengi pardesüsü ve güleç yüzüyle hatırlıyorum. Yıllar sonra görüyorum ki Ahmet Amca “Türkiye Yazıları” dergisinde Cemal Süreya, Vecihi Timuroğlu, Demir Özlü ve edebiyatımızın köşetaşı isimleriyle çıktığı yolculuğa bu defa kitabevini bir merkeze dönüştürerek çıkmak istemişti. Yenilikçi, dönüşümcü, dahası devrimci bir ruha sahip olduğundan “ilk olmak” niyetiyle kolları sıvamıştı. Gerçekten de ABC Kitabevi, Avrupa’da sıkça rastladığımız kafesiyle, söyleşi alanıyla bütünleşen sıradışı bir merkezdi. Kitabevi kapandıktan sonra, bu defa kendini yazar örgütlenmesine adadı. Merkezi İstanbul’da değil Ankara olan büyük bir hareket başlattı. Onun örgütçü kimliğinin gücünü bu çabalarıyla da anmak gerekir.

Doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren kendini müzik çalışmalarına adadı. Edebiyattan uzaklaşmasındaki temel etki, Sivas kıyımı ile Edebiyatçılar Derneği’nde başlattığı mücadeleci ruhun eksik kalması mıydı? Bilmiyorum ama o zamana kadar yayımladığı edebiyat eserleriyle, “Kocakurt”tla, “Güneşin Savrulduğu Yerden”le, “İpek Halıya Ters Binen Kedi”yle özgün ve yenilikçi olanın peşine düşerek görevini yerine getirmişti. O biraz da yazdıklarına benzerdi. Mizah yeteneği uçsuz bucaksız, ironisi bol, eğlentisiyle dolup taşan bir gerilimi sunardı hep. Öykülerinde iç tartımına müzikal dokuyu eklerdi. Mesela usta müzisyen İlhan Baran’a adanan, “Dinleyelim Dağ Başında Figanı”nı adeta major tonlarda ilerler. Say, Bingöl dağının en tepesinde Metan adı verilen yeri, öyle bir anlatır ki yer yer okur, mekân ve zamandan uzaklaşır: “Demek, on birinci yüzyılda bir gün, Westfalya’nın iri kıyım derebeylerinden Kont d’Estenbach’ın gelip bu metanı görmüş, gidip Ren nehrinin dirsek kıvırdığı o sivri tepenin üstüne şatosunu kondurmuştu!”

MEB Şura Salonu’ndaki ödül töreninde Ahmet Say’lı çocukluk günlerimin o eşsiz havasına kapıldım. Yekta Kopan’ın sunduğu Ahmet Say Ödül Töreni bana ölümsüzlüğün eşsiz kolları arasındaki bir aydının ödül aracılığıyla bağrına başkaca isimleri basarak çoğalacağını gösterdi. Aydın Çubukçu, Ali Cengizkan, Oğuz Demiralp, Yekta Kopan ve Fahri Özdemir’den oluşan seçici kurul edebiyat alanında Ahmet Telli’yi ödüle değer buldu. Ahmet Say’ın yayımladığı Türkiye Yazıları dergisindeki yol arkadaşlarından biri olan Ahmet Telli, özgürlük, adalet ve vicdanın sesini dizelerine yakıştırmış bir şair olarak altmış yıla yaklaşan dev şiir geçmişiyle onuruyla, erdemiyle her zaman yanıbaşımızdaydı. Öncelikli olarak ezberimizdeki şiirleriyle, şiirleri gibi berrak hayatıyla... Fazıl Say, Görgün Taner, Kadir Dursun, Bülent Evcil ve Çağatay Akyol’dan oluşan müzik seçici kurulu ise piyanist Can Çakmur’u Ahmet Say adının yanına ekledi. Çakmur, dünyanın pek çok yerinde başlayan konser kariyerine akademisyenliği de eklemiş derin bir sanatçı. Onları Fazıl Say’ın babası Ahmet Say’ın doğum gününde yayımladığı “Babam Ahmet Say”daki hüzünle hayatın dönüşüm noktalarını kavuşturan lirik ezgisiyle bağrıma bastım. Ödül müzikal bir deha olan oğul Say’a eşlik eden Seda Kırankaya dinletisi ile içimize işledi.

Ahmet Say son döneminde anılar derlemesi olan “İnsanoğlu İnsan” ile çıkmıştı okurun karşısına. Kitap yeni yayımlandığında bir öğleden sonra rakısı buluşmamızdaki kahkahalarımızı anımsadım. Almanya’da Adorno’nun seminerlerine katıldığı günleri, sosyalistlerin yeraltı örgütlenmesini. Bugün Ahmet Say da “insanoğlu insanlar”ın bir parçası. İyi ki..."

Kaynak: Haber Merkezi