Akdeniz Bölgesi'nde yaşarken, kendinizi Ege Bölgesi'nde hissetmek… Böyle bir şeyin mümkün olacağını düşünemezdim Mersin'in Melemez Köyü'ne yolum düşene kadar. Girit'ten gelen göçmenlerin kurduğu köyde, inanamayacağınız yoğunlukta bir Ege kültürüyle karşılaşacağınızdan hiç şüpheniz olmasın.
1897'de Türk-Yunan savaşı patlak verince Girit'te yaşayan Türkler, Anadolu'ya gemilerle getirilir. Bunlardan bir kısmı önce Tarsus'a geçici olarak yerleştirilir. Daha sonra, 1904'te II.Abdülhamid tarafından Bezmi Alem Sultan Vakfına, kırk hane olarak yaptırılan Melemez köyüne Giritliler'in yerleşimi sağlanır. Bu yüzden köyün bir adı da 'Padişah tarafından ihsan edilmiş' anlamına gelen İhsaniye'dir.
Melemez'de, Ege'nin birçok köyünden daha fazla Ege'ye ait unsurlara rastlanır. Bunun birden fazla sebebi var aslında. Hani meşhur bir söz var ya 'Ne İsa'ya yarandık ne Musa'ya' diye. Osmanlı zamanında Girit'te yaşayan Türkler, oradaki Rumlar tarafından 'Gavur' diye ötekileştirilmiş. Melemez'e yerleştirildiklerinde de 'Gavur köyü' diye yaftalanmaktan kurtulamamışlar. Bu huzursuz edici bakış açısıyla kendi içlerine yönelen Girit göçmenleri, Girit'ten taşıdıkları kültüre sıkı sıkıya sarılmışlar. Bu durum geleneklerini, yaşam biçimlerini ve adadan taşıdıkları yeme-içme alışkanlıklarını, yüz yılı aşkın bir süredir de tavizsiz şekilde sürdürmelerini sağlamıştır. İlk zamanlar, Türkçe bilmedikleri için büyük sıkıntı çekerler. Hatta sonraki kuşak da anne-babalarından öğrendikleri Rumcayla konuşup-anlaşmaya devam eder.
Girit göçmenleri kültürlerini yaşatmak ve korumak için, bugün de olağanüstü bir çaba sergilemekte. Köyün her tarafında bu farklı izleri rahatlıkla görebilirsiniz. Zeytin ağaçlarıyla kuşatılmış köye daha adımınızı atar atmaz, beyaz badanalı evlerin mavi çerçeveli kapı ve pencerelerini görürsünüz. Melemez köyünün sokaklarında gezerken; (bugün sayıları çok az kalsa da) taş evler, soğuk sızma zeytinyağı atölyesi ve aralarında hala Rumca konuşan ve şarkı söyleyen yaşlılar, sizi adeta Girit'te hissettirecektir.
Ada kültürünün izleri bunlarla sınırlı değil elbette. Köyün etrafındaki bağlardan elde ettikleri üzümlerden şarap, besledikleri keçilerden peynir ve yetiştirdikleri zeytinlerden yağ üretimiyle, Melemez köylüsü kültürünü korumakta son derece kararlı bir tutum sergilemekte. Bu kültürü ve geleneklerini yaşatmak için son yıllarda 'Melemez Köyü Giritliler Festivali' düzenlemekteler.
Melemez'e gelip de Girit mutfağının bütün özelliklerini yansıtan şirin mekanlara uğrayıp, bu lezzetleri tatmamak olmazdı elbette. Tesadüfen girdiğim bu mekanlardan birisi, eski öğrencimin aile işletmesi olması beni daha da mutlu etti. Burada organik köy kahvaltısı yapmak ve Girit mutfağının onlarca çeşit, sebze ağırlıklı yemeklerini tatmak mümkün. Tercihim kahvaltıdan yana oldu. Neler yok ki bu kahvaltının içinde. Girit'ten dedeleriyle gelen ve o gün bugündür hala saklanan ekşi mayadan yapılan ekmek, harika reçeller, keçi peyniri, kendi ürettikleri zeytinler, patatesli yumurta, mücver, lokma tatlısı, her an bir sürprizle önünüze konulan sıcak börekler ve daha aklıma gelmeyen onlarca çeşit yiyeceği lezzetli bir sunumla yemeniz mümkün.
Melemez köyü, yüzlerce yıldan beri göçlerle, bir kültür mozaiğine dönen Anadolu'nun güneyinde bir renk oluşturmakla kalmamış, adeta 'bir renk cümbüşü'ne dönüşmüş. Anadolu'da göç yollarını takip ettiğimizde, her an bir kadim kültürün izinde bulacağız kendimizi. Murathan Mungan, bu göç yollarının umudunu ne de güzel yansıtmış şiirinde:
Söyleyin dağlara rüzgara
Yurdundan sürgün çocuklara
Düşmesin kimse yılgınlığa
Geçit vardır yarınlara
…
Dağılsak da göç yollarında
Yarın bizim bütün dünya