Mersin’de Barbaros Koyu ve Mavikent kıyıları, doğaseverlerin vazgeçilmez duraklarındandır. Bu güzide yerleri birleştiren patika yolda yapacağınız bir yürüyüş, hayatınız boyunca unutamayacağınız güzelliklerin zihninizde kalmasını sağlayacaktır.
Mersin’den 120 km uzaklıktaki Boğsak tünelinin çıkışından sonra yönünüzü kuzeye çevirdiğinizde hakim bir tepe üzerine kurulmuş Tokmar Kalesi’ni göreceksiniz. Yukarıda sadece bir kale yok aslında. Silifke, Göksu Deltası, Taşucu ve Barbaros Koyu’nu aynı anda görebileceğiniz harika bir manzarayı, ziyaretçilerine tüm cömertliğiyle sunmaktan çekinmeyen bir kale var. Asıl adı Castellum Novumola olan ve 12.yy’da inşa edilen kale, 1210 yılında St.Jean Şövalyeleri’nin denetimine girmiş. Anadolu’da birçok kalede olduğu gibi Tokmar Kalesi’nin de bir efsanesi var. Bir köylünün kalede bulduğu bir heykelciği evine götürmesi üzerine tüm ev halkının öldüğü gibi hikayeler günümüzde de hala yöre halkı arasında konuşulur.
Barbaros Koyu, Mersin - Antalya yolundan sadece 3 kilometre uzaklıkta. Mersin’in el değmemiş koylarından olan Barbaros, iki tarafı yüksek tepelerle çevrili, duru ve sakin sularıyla gezi teknelerinin de uğrak noktalarından biri. Yazımın başında bahsettiğim yürüyüşün aslında koy ve kaleyle de bir ilgisi yok. Ama parkurun hemen yakınındaki bu güzellikleri de yazmadan geçemedim doğrusu. Barbaros Koyu’na gidilen yolun girişindeki mermer ocağı, yürüyüşün asıl başlangıcını oluşturur. Mermer ocağının yanından geçerken, tüm bu güzel doğanın nasıl tahrip edildiğine de üzülerek şahit olacaksınız. Doğa bizden saygı bekler ama ülkemizde, birilerinin cebi için çok rahat doğadan vazgeçilebiliyor.
Yürüyüşün hemen başlangıcındaki irtifa gözünüzü korkutmasın. Yarım saatlik orta zorluktaki bir tırmanış, yerini düz bir ormanlık alana bırakır. Tam da bu düzlükte, konargöçer Yörüklerin, içinde bulunduğumuz bahar aylarında Toroslardaki yaylalarına gitmek için terk ettikleri kışlakları vardır. Biraz daha ilerlediğinizde Akdeniz’in hemen kıyısından yükselen ormanlık alanın içine gireceksiniz. Yürüyüşün asıl güzellikleri de buradan sonradır aslında. Sık dokulu çam ağaçlarının arasındaki patika yoldan, onbeş kilometre kadar keyifli bir yolculukla Dana Adası’nın karşısındaki Mavikent’e ulaşılır.
Gezilerde dilime doladığım güzel bir söz var: Gezmek bir sanatsa eğer, yürümek bu eylemin en etkili ve güzel yöntemidir, diye. İşte Dana Adası’nın karşı kıyılarında, ormanlık alanda ilerlediğim patikada, bu söz duygularımı tamı tamına ifade eder. Peki nedir bu patikayı bu denli özel kılan? Kilometrelerce ilerlediğiniz halde, çam ağaçlarının gölgesinin tepenizden adeta bir şapka gibi hiç eksik olmaması mı? Bazen önünüze devrilmiş bir çam ağacının hızınızı yavaşlatması ve bu ağacın üzerinde soluklanarak, önünüzdeki eşsiz Akdeniz manzarasını izlemek mi? Çamların arasından bir görünüp bir kaybolan, kıyıya paralel uzanan ve yürüyüşünüz boyunca size eşlik eden Dana Adası mı? Özellikle nisan ve mayıs aylarında, havanın berrak olduğu yağmur sonrasında Kıbrıs’ın Beşparmak Dağları’nın, 75 mil kadar uzakta olmasına rağmen çıplak gözle izlenebilmesi mi? Yürüyüşünüzün sonunda ulaşacağınız Mavikentin turkuaz renkli billur sularına karışıp yüzmek mi? Her zaman temizliğiyle öne çıkan bu sahillerin ilkbahardaki sakinliği ve huzuru mu? Bana kalırsa bunların her biri, bu parkuru özel ve güzel yapmaya yeter de artar bile.
Sahilde durduğunuz noktada, karşınızdaki Dana Adası ve hemen batısındaki Tisan Yarımadası, içinde bulunduğunuz geniş ormanlık alan, size görselliğin sonsuz coşkusunu hissettirir. Nisan ayının son çeyreğinde, tüm hücrelerime işleyen, yeşille turkuazın birleştiği bu güzel doğayı terk etmek hiç de kolay olmadı. “Doğaya karışanların gözleri güzellikle, gövdeleri sağlıkla, ruhları mutlulukla dolmuştur” der Azra Erhat. Maviyi ve yeşili sevenlerin hikayesinden umut hiç eksik olmasın.
http://serdaringezinotlari.blogspot.com.tr/