Ülkedeki her şey tepetaklak olmuş vaziyette. Hangi şeye, yere, alana bakarsanız bakın korkunç bir çürümüşlük görüyorsunuz. En başta adalet, mahkeme duvarlarında bir yazıdan ibaret olarak kaldı. Güce ve paraya göre şekillenen bir yapıya dönüştü. Güçlüyseniz rahatlıkla suç da işleyebilirsiniz ülkede ve birçok konudan zorlanmadan sıyrılabilirsiniz. Fakat muhalif ya da bağlantıları olmayan biriyseniz, attığınız her adıma dikkat edin. Haklarınızı savunurken bile suçlu ilan edilebilirsiniz. Misal kara para aklama suçundan 40 yıl hapis ile yargılanan kişi serbest bırakılıp tutuksuz yargılanırken, sokak röportajında "gerizekalı" diyenin tutuklu yargılandığı bir ülke burası. Adaletin bu şekilde güce ve paraya hizmet ettiği bir ülkede çürüme durdurulamaz ve her şey çökmeye mahkumdur. Zaten her alanda bu çöküşü görebiliyoruz. Eğitim, sağlık, spor, insan ilişkileri, basın, ekonomi, teknoloji... Aklınıza ne gelirse.
Misal eğitim sisteminin içi o kadar boşaltıldı ki üniversite diploması artık sadece kağıt parçası değerinde. Herkes bir üniversiteden mezun, fakat herhangi bir konuda kahvehane muhabbetinden öte bilgileri yok. Amaç da buydu zaten. Sorgulamayan beyinler yaratmak. Yaratıyoruz da. Özellikle son dönemde üniversite öğrencisi ya da mezun olmuş kişilere bakıyorum da çoğunlukla bomboş yığınlar üretmişiz. Tabii ki bu durumun sonuçları da olacak. 20/30 yılımız daha heba olacak. Sistem bu durumdan gayet memnun tabii. Çünkü mevcut sömürü düzeninin devamını bu yığınlar sağlayacak. Herhangi bir olay, haksızlık ve sömürü karşısında verdikleri tepkiler; sosyal medya hesaplarından paylaşım yapmaktan öteye gitmeyen, koşullanmış sürüler haline dönüştürülmüş bir nesil yarattık. Sonuçlarına da katlanacağız.
Adalet yoksa ve eğitim sistemi sorgulamaktan yoksun yığınlar üretiyorsa her şey yozlaşmaya doğru ilerler. Hemen her alanda bu durumu gözlemleyebiliriz. Misal sağlıkta, şehir hastaneleri denen ucube yapılarla "Ne güzel bina yaptık." diye övünürüz ama içinde doktor bulunmaz. İşinin erbabı doktorlar, öğretmenler, mühendisler fırsatını bulunca yurtdışına kaçar "Defolup gitsinler." deriz.Depremler olur takdir-i ilahi der, hesap sormayız. İşçiler, emekçiler, madenciler ölür; birer paylaşım yapıp geçeriz. Ormanlar yanar, hayvanlar öldürülür; yöneten kesime toz kondurmayız. Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak o kadar kolay ki... Çünkü nereye baksanız durum böyle. Sesleri kesilmiş, korkmuş, kabullenmiş ve umursamaz bir toplum haline geldik. Sadece kendimiz zarar görünce ses çıkarabiliyoruz. Bu sese de herkes kulaklarını kapatmış durumda, biz nasıl ki başka seslere kapatmışsak...
Her konuda, alanda durum böyle. TV içeriklerinden tutun da basılan gazete, kitap ve dergilere kadar her şeyin kalitesi ya düştü ya da sistemi savunacak şekilde dizayn edildi. Televizyonlar ya iktidar sahiplerini savunur halde ya da kendi kişisel çıkarlarının peşinde, muhalif görünüm adı altında maskotluk yapıyor. Amaç ise sürekli bir çatışma hali yaratmak. Çünkü bu sömürü düzeninin ayakta kalması için büyük çaplı ayrışmalar gerek. İnsanlar birbirlerine ne kadar az güvenir ve birbirlerinden ne kadar çok şüphe ederse o kadar iyi. Ülkenin her yerine, o kadar güzel sızmışlar ki hangi kuruma, kuruluşa, alana, bölüme bakarsanız bakın; karşınızda sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden kan emiciler göreceksiniz.
Haa yok mudur bu düzene karşı çıkanlar, ısrarla insanlara doğruları anlatmaya çalışanlar? Vardır elbet, sayıları az olsa da. Gerçek vatansever onlardır işte. Biz de bu kişilerle birleşip, yola devam edeceğiz. Yapılması gereken şey; ayrıştırmadan, bıkmadan, sıkılmadan ve de korkmadan doğruları, gerçekleri anlatmak. Çünkü ne tek başına bu düzenle mücadele edebiliriz ne de bu ülkeyi bırakıp gidebiliriz. O yüzden birlik olup, bu deveyi bir şekilde güdeceğiz. Öyle ya da böyle!