Her zaman siyah beyaz fotoğraflara bakarak hatırladığımız ve önemini her geçen yıl daha fazla kanıksadığımız Cumhuriyet, Atatürk’ün doğduğu yıl olan 1881 de Türk milletine müjdelenmişti aslında. Kişi ve birey kavramının bırakın ne demek olduğunu varlığından bile haberdar olunmadığı yitik bir dönemde, yaralı bir ulusun tek liderinin eliyle kavuşulacak bir armağan gibiydi Cumhuriyet.
Fransız İhtilali'nin tüm dünyaya yaydığı, hürriyet, özgürlük, milliyetçilik fikirleri zamanla Osmanlı İmparatorluğu'na da ulaşmıştı. İlk defa Şinasi'de filizlenen bu fikirler, Ziya Paşa, Ali Suavi, Namık Kemal gibi Genç Osmanlılar da özgürlük, hürriyet, milli egemenlik ve parlamento kavramlarının oluşmasına sebep oluyor ancak bu kişilerin parlamentosu, anayasası ve padişahı olan bir Meşruti sistemi istemeleri, siyasi fikirlerin rahatlıkla yayılma ortamına sahip olduğu Makedonya da büyüyen ve yetişen Mustafa Kemal’in Cumhuriyet fikriyle uyuşmuyordu.
1881 yılında Selanik’te Ahmet subaşı mahallesinde doğan Mustafa Kemal’de ilk siyasi fikirler, 1899'da girdiği İstanbul'daki Harp Okulu'nda özellikle ikinci yılında başladı.
Sorgulayan, fikir üreten, okuyan araştıran genç Mustafa bir dönem fikirlerinin yaygınlaştırmak için kendi el yazısıyla gazete bile çıkarıyor, J.J Rousseau okuyor ve bu cumhuriyetçi Fransız düşünürün cumhuriyetçilik fikrini siyasal rejim olarak benimsiyordu. Toplum sözleşmesi kavramının Türk ve İslam geleneği ile bağdaşabilir olması gibi bir öngörüsü belki de yıllar sonra yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin yönetim biçimini oluşturacak bir destek olarak görünebilirdi.
Gençlik yıllarında balkanlarda yaşanan sorunların ayyuka çıkması, Berlin antlaşması ile elimizden çıkan Bulgaristan, Bosna-Hersek ve Girit ten sonra geri kalan yerlerin ise tehdit altında olması Mustafa Kemal’de milliyetçilik duygularının gelişmesine neden oluyordu. Öyle ki genç Mustafa’nın yaşadığı ve gözlemlediği bu olaylar yıllar sonra ne mutlu türküm diyene sözünün içini oluşturan küçük kıvılcımlar ileride gerçekleşecek büyük cumhuriyet ateşinin başlangıcını oluşturuyordu.
Onun milliyetçilik duygularının güçlenmesinde sadece içerisinde bulunduğu dönemin siyasi hareketleri değil, okuduğu şiirlerin, yazıların, kitaplarında şüphesiz ki etkisi vardı. Henüz okul yıllarında sıra arkadaşı Ali Fuat Paşa ya Namık Kemal’in şu dizelerini okuyordu.
“Felek her türlü esbabı-ı cefasın toplasın gelsin,
Dönersem kahpeyim millet yolunda azimetten”
Nitekim dönmedi de…
Mustafa Kemal, II. Meşrutiyet'in ilanından önce, Selanik'teki pembe boyalı büyük evlerinin bir odasında, kendisi gibi komitacılık yapan arkadaşları ile toplantılar yapıyor, yenilikçi, modern kişi hak ve özgürlüklerinden taviz vermeyen bakış açısını sohbetlerinde dile getirdiği fikirleriyle ifade ediyordu.
Mustafa Kemal, 1908 II. Meşrutiyet'in ilanından sonra teşkilat içinde tasvip etmediği olayları tenkit ederek ordunun siyasetten çekilmesini istiyor 1909 yılında, teşkilat yapmak için gönderildiği Trablusgarp’tan 1909 yılında yapılan II. İttihat ve Terakki Kongresi'ne riyaset divanına seçilerek Trablusgarp delegesi olarak katılıyordu.
Kongre'de; İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin siyasi bir parti haline getirilmesini, ordunun politikanın dışında kalmasını, Cemiyet'in içinde eşitlik olmasını ve hükümet işleri ile dini işlerin birbirinden ayrılmasını istediğini dile getiriyordu.
Mustafa Kemal’in Cumhuriyet fikrine yaklaşımını şu örnekle de anlayabiliriz. Mustafa Kemal'in İstanbul'da iken hanım arkadaşı olan Madam Corinne'e Sofya'dan yazdığı 1913 tarihli bir mektubunda şöyle diyordu;
"Benim ihtiraslarım, hem de pek büyük ihtiraslarım var. Fakat, ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, yeterlikle yapabileceğim bir görevin canlı iç rahatlığını verecek büyük fikri başarmakta arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Onu çok genç yaşta edindim ve son nefesime kadar ona bağlı kalacağım.
Mustafa Kemal'in, bir gün mutlaka Cumhuriyet idaresine geçileceği; ancak, şimdi zamanın ve şartların uygun olmadığı düşüncesinde olduğu anlaşılmaktaydı evet, zamanın ve şartların uygun olması için belli bir sürecin tamamlanması gerekiyordu. Bu süreç içinde;
Amasya tamimi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi ve Büyük Millet Meclisi'nin toplanması, Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin kurulması, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve İstiklal Marşı'nın kabulü, Saltanatın kaldırılması, Halk Fırkasının kurulması, Ankara'nın başkent olmasının kabulü ile adım adım Cumhuriyete yaklaşılacaktı.
Cumhuriyet “in ilanı, bu tarihten tam altı yıl sonra gerçekleşecekti.
19 Mayıs 1919 yılında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıkmasıyla, peşinden Amasya tamimi, Erzurum, Sivas kongresi, Abdurrahman Şeref Bey’in Nutukta bahsedildiği üzere, bu bir doğumdur sözündeki doğumu müjdeleme niteliğindeydi.
Samsun’dan Sadarete gönderdiği 22 Mayıs 1919 tarihli raporunda, ‘Millet, milli hakimiyet esasını ve Türk Milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunun için çalışacaktır.” Buyuruyordu.
21-22 Haziran 1919 tarihinde yayınlanan Amasya genelgesinde; Birinci madde de: Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Sözü ile bir teşhis yapıyor, İkinci Madde de: Merkezi hükümet üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yapamamaktadır. Bu hal milletimizi yok olmuş olarak tanıtıyor. Denilerek bu işi İstanbul hükümetinin yapamadığı ifade ediyordu Üçüncü Madde de: Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Sözü, yine bir Cumhuriyet çıkışı olarak algılanıyor, Kurtuluş savaşının başlangıcı olan Samsun’dan, kuracağı devletin rejimi ile ilgili ilk işareti veriyordu.
Amasya Genelgesi, milli mücadelenin temel gerekçe, amaç ve yöntemini ilk olarak belirtmiş oluyordu.
Mustafa Kemal Paşa’ya, Erzurum’dayken, 7-8 Temmuz’da Saraydan aldığı bir telgrafla İstanbul’a dönmesi buyurulduktan sonra, İstanbul’a gitmeyi reddediyor ve 9 Temmuz’da bir genelge ile “görevinden istifa ettiğini, kutsal milli gaye için çalışmak üzere artık milletin sinesinde bir ferd-i mücahit olarak bulunduğunu” orduya, valilere ve millete ilan ediyordu.
23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi resmen açılmaktaydı. 14 gün süren Kongre’nin reisliğine Mustafa Kemal Paşa seçiliyor ve 7 Ağustos 1919’da yayımlanan Erzurum Kongresinde alınan ilk karar maddesi şu şekildeydi.
1. Milli sınırlar içinde bulunan vatanın bütün kısımları bir bütündür. Bölünemez.
Tam İstiklal görüşünü savunanlar açısından, Milli Mücadele tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri Sivas Kongresi’dir. 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas kongresinde alınan kararlar, yeni Türk devletine giden sürecin ve Anadolu Hareketi’nin karakter ve şeklini belirlemiştir. Sivas Kongresi’nde alınan kararlarla Anadolu Hareketi, artık bütün ülke için ve temsil ettiği millet adına çaba sarf edecekti.
Sonuç olarak;
Sivas Kongresi ve kararlarının başarısı, sadece Anadolu’daki işgallere karşı gelen
direniş hareketlerini belli bir program ve teşkilatlanma ile tek bir yönetim merkezi altında
birleştirmesiyle öne çıkmıyor Aynı zamanda İstanbul’un dışında yeni bir iktidar merkezi
olma özelliği de gösteriyordu.
Mustafa Kemal Sivas kongresinde şöyle sesleniyordu;
“Saygıdeğer Efendiler!
Vatan ve milletin kurtuluşunu hedefleyen mecburiyetler, sizleri bunca sıkıntı ve engellere rağmen Sivas’ta topladı. Kahramanca kararlılığınızı tebrik eder ve sizlere hoş geldiniz demekle mutluluğumu arz ederim.
Efendiler, milletimizin sizin gibi aydınları, millî onur ve haysiyet sahipleri, manzaranın üzücü karanlığından dolayı ümitsizliğe kapılmadı. Çünkü onlar bilirler ki, tarih bir milletin varlığını, hakkını hiçbir zaman inkâr edemez. Çünkü onlar kuvvetli bir iman ile inanmışlardır ki, bir yalancı perdenin arkasından vatan ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, ortaya sürülen kanaatler muhakkak iflasa mahkûmdur.
Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk, Milletin medeni milletler seviyesine gelmeden yaşayamayacağına kani bulunuyor Asırların taassubu içinde yaşayan medeniyete düşman bütün kötü geleneklere saplanmış kitleleri çok kısa zamanda gömülü bulundukları çukurdan çıkarmanın gerekli olduğuna inanıyordu.
Tüm çatlak seslere rağmen,
Mustafa Kemal Paşa’nın Ekim başından itibaren Cumhuriyeti ilan edeceğine dair haberler dolaşmaya başlıyordu.
9 Eylül 1923 tarihinde “Halk Partisi” kuruluyor, Yeni kurulan devletin başkentinin Ankara olması içinde çalışmaları başlatılıyordu.
29 Ekim Pazartesi günü öğleden önce Halk Partisi grubu Fethi Bey’in başkanlığında toplanarak son bir değerlendirme yaptıktan sonra Mustafa Kemal tarafından hazırlatılan kanun 29 Ekim 1923 tarihinde Teşkilatı Esasiye kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesi başlığı ile Büyük Millet Meclisinin onayına sunuyorlardı.
Bu kanun teklifini Meclis ele alarak tartışmaya başlayacak ve Antalya Mebusu Rasih Hoca (Kaplan) söz alarak, ağır ve dokunaklı bir biçimde yaptığı konuşmasında Sözlerini:” Din bakımından da en muvafık Hükümet şekli Cumhuriyettir” ‘diye bağlayacaktı.
“Yaşasın Cumhuriyet” sesleri meclis içerisinde duyulmaya başlıyordu.
Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından Mecliste yapılan oylamaya 158 kişi katılıyor ve tamamının oyu ile Gazi Mustafa Kemal Hazretleri Cumhurbaşkanı seçiliyordu.
Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan etmekle yönetim biçimini çağdaşlığın ilk adımı olarak görmüş, yukarıda ifade ettiğimiz gibi daha okul yıllarında benimsemiş olduğu cumhuriyet yönetimini uygulamaya koymuştur.
Ve 29 Ekim 1923 de devletin şekli belirleniyordu. Cumhuriyetin ilanından sonra halifeliğin kaldırılması, siyasi partilerin kurulması, medeni kanunun kabul edilmesi gibi birçok yeniliğin yanı sıra Atatürk nutukta ilkelerin dışında kalmaması gereken bazı yeniliklerden şu şekilde bahsediyordu; Bizde, uygulanamayacak fikirleri, kuramsal birtakım ayrıntıları yaldızlayarak, bir kitap yazabilirdik; öyle yapmadık.
Milletin maddî ve manevî yenileşme ve gelişmesi yolunda yaptığımız işlerle, söz ve kuramlardan önce davranmayı yeğledik. Bununla beraber, "Egemenlik milletindir", "Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dışında hiçbir makam, millî yazgıya egemen olamaz", "Bütün yasaların düzenlenmesinde, her çeşit kuruluşta, yönetimin bütün ayrıntılarında, genel eğitimde, ekonomik işlerde, millî egemenlik esasları dahilinde hareket olunacaktır", "Saltanatın kaldırılması hakkındaki karar değişmez kuraldır" gibi bilinmesi gereken önemli noktalar ve mahkemelerin düzeltileceği ve bütün yasalarımızın hukuk biliminin ilerlemelerine göre yeni baştan düzenlenip tamamlanacağı, aşar usulünün değiştirileceği, millî bankaların sermayesinin artırılacağı, gereksindiğimiz demiryollarının yapımına, öğretim birliğine derhal girişileceği ve yürürlükteki askerlik hizmet süresinin indirileceği, memleketin bayındır hale getirileceğine çalışılacağı vb. gibi önemli ve acele gereksinimler, ilkelerin dışında kalmamıştı. 1927 (Nutuk II, s. 719)
Nitekim, asıl savaş cehaletle, işsizlikle ve yabancıların elinde olan bankacılık ve finans sektörüyle başlatılmalıydı. Ve yeni devlet teknolojide, ekonomide, tarımda, Türk kültüründe gelişmeyi başlatmayı hedef olarak benimsiyordu.
Atatürk döneminde açılan ve temeli atılan fabrikalar ve bu dönemde Osmanlının borçları ödenmesi, 1928 yılında antlaşmayla 167 milyonluk borcun 107 milyon lirasının ödenmesini kabul ediliyor, Antlaşma gereği borç 99 yıla yayılıyordu. 1929 yılındaki ekonomik kriz yüzünden borçlarla ilgili yeni bir antlaşma imzalanmış borçlar 1980 yılında bitirilmiştir.
Sonuç olarak;
Bugün yaşadığımız kaotik orta doğu coğrafyasına baktığımızda Cumhuriyetin değerini daha net anlamamız olasıdır. Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür felsefesi üzerine kurulan bu aydınlık sistem, karanlık ortaçağ zihniyetinin üzerinde parlamaya devam ettiği sürece ülkemiz asla bir bataklığa saplanmayacaktır.