Dünyada ve Türkiye’de 1 Mayıs kutlamalarının kısa tarihçesi (I)

Abone Ol

Emekçiler meydanlarda hep bir ağızdan haykırıyorlar. 1974 Yılında saygın sanatçı Sarper Özsan tarafından sözleri yazılan ve bestelenen Bir Mayıs Marşını söylüyorlar; “Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır// Ancak bu böyle gitmez// Sömürü devam etmez// Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde.”// Büyük bir inançla seslendirilen bu dizeler, bu marşa, destansı bir coşku vermek ya da sözler kafiyeli olsun, adet yerini bulsun diye söylenmemiştir. Marştaki bu üç dizeyle anlatılmak istenen şey aslında, yüzyıllar boyunca her türlü haksızlıklara, adaletsizliklere ve sömürüye karşı onurlu direnişlerle, zalim yönetimleri hedef alan yiğitçe başkaldırılarla, madenlerin karanlık galerilerinde meydana gelen grizu patlamalarında, iş kazalarında ve grevlerde dökülen emekçi kanlarıyla yazılmış olan bütün bir işçi sınıfı tarihinin özetidir. Benim gibi 78 kuşağından olanlar, Yasaklı 1 Mayısları, Sopalı 1 Mayısları, Bahar Bayramı adı altında sulandırılmış 1 Mayısları ve 1977’deki gibi Kanlı 1 Mayısları görmüş ve bizzat eylemler içerisinde yaşamıştır. 1 Mayıs kutlamalarının yasaklı olduğu yıllarda Korsan 1 Mayıs gösterileri düzenleyerek bu yasakları ve baskıları aşmasını bilmiştir. İşçi sınıfı mücadelesine gönül verenler, dünyanın her yerinde, her zaman; tüm yasaklama ve engellemelere karşın, bir biçimde yolunu bularak 1 Mayıs geleneğini kesintisiz olarak sürdürmüşlerdir. Emekçiler, demokratlar, halkçı aydınlar, devrimciler ve yüreği emekten ve emekçiden yana atan tüm halkçı aydınlar her yıl olduğu gibi bu yıl da yine alanları ve meydanları dolduracaklar, yine aynı bilinç, aynı direnç, aynı dayanışma ruhu, aynı coşku ve aynı kararlılıkla 1 Mayıs geleneğini sürdüreceklerdir. Dünyanın öteki ülkelerinde izleyeceğimiz ve tanık olacağımız farklı ve değişik gösteriler, hepimiz için yeni örnekler oluşturacak ve bizlere yeni yaşam deneyimleri kazandıracaktır. Kapitalizmin vahşi sömürü düzenine karşı çıkarak 1 Mayıs geleneğini yaşatma mücadelesi verenler, tarihin her döneminde çok ağır bedeller ödemişlerdir. Bağımsızlık, özgürlük, kardeşlik, adalet ve insanca bir yaşam ideali uğrunda; bazen kanlı 1977 Taksim kutlamalarında olduğu gibi göğüslerini bile siper etmekten çekinmemişlerdir. Canları pahasına bile olsa 1 Mayıs geleneğini bugünlere kadar yaşatmasını bilmişlerdir. İşçi sınıfı var olmaya devam ettikçe; 1 Mayıs’lar da hep onun varlığıyla birlikte var olmaya devam edecektir. Bilindiği gibi, işçi sınıfı, 18. Yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Bu yıllarda önce İngiltere’de buhar gücüyle çalışan makinelerle üretim yapan tekstil fabrikalar kurulmaya başlanmıştır. Bu fabrikalarda suyu ısıtmak için enerji kaynağı olarak kömüre ihtiyaç duyuluyordu. Böylelikle madenlerden kömür çıkartma işi büyük önem ve yaygınlık kazandı. Madenlerde ve fabrikalarda üretimi sürdürebilmek için insan emeğine duyulan ihtiyaç çok büyük oranda arttı. Köylerde büyük bir sefalet içerisinde yarı aç, yarı tok yaşayan yoksul serfler (toprağa bağlı köleler) çalışıp günlük ihtiyaçlarını karşılamak düşüncesiyle akın akın bu sanayi işyerlerine gelerek, buralarda çalışmaya başladılar. Böylelikle ücretli işçilik denilen bir sistem ortaya çıktı. Ücretli işçi olarak çalışanların hızla çoğalarak büyük kitleler oluşturmasıyla birlikte adına işçi sınıfı dediğimiz yeni bir sosyal sınıf meydana geldi. Bu işçiler, adına vahşi Kapitalizm çağı denilen bu dönemde, başta çocuk ve kadın işçiler olmak üzere çok sağlıksız çalışma koşullarında günde 16 saat çalıştırılıyor, bunun karşılığında ise ancak karınlarını doyurabilecekleri bir sefalet ücreti alabiliyorlardı. Bu baskı ve zulme zaman zaman isyan ediyorlardı. Ünlü Fransız yazar Emil Zola’nın Germinal adlı romanında; kömür madenlerinde çalışan işçilerin böyle bir isyan olayı, çok güzel ve edebi bir biçimde anlatılmıştır. Bugün dünya klasikleri arasında gösterilen Victor Hugo’nun, Honoré de Balzac’ın ve Charles Dickens’ın romanlarında da genellikle sanayi devrimi dönemindeki ücretli işçiliğin ve sömürü düzeninin insan ilişkilerini ne hale getirdiğine ilişkin insanlık dramaları ve yaşanan olaylar ele alınmış ve ana tema olarak bu konular işlenmiştir. Uygar dünya, çok çeşitli açılardan epeyce ilerleyip gelişmesine rağmen, kapitalist sömürü düzeni varlığını her zaman tüm acımasızlığıyla birlikte devam ettirmiştir. Bu baskı ve zulüm düzenine karşı ilk başkaldıranlar Avustralyalı işçiler olmuştur. Bu işçiler, 1856 yılında, bir günde sekiz saat çalışma hakkını elde edebilmek için tarihteki ilk kitlesel grevi gerçekleştirdiler. Grev sırasında toplantılar, gösteriler ve eğlenceler de düzenliyorlardı. Köle düzeninde çalışanlar ilk defa seslerini duyurdular. Ve bunun karşılığını da aldılar. Ülkedeki bu ilk grev o kadar başarılı oldu ki, her yıl 1 Mayıs’ta bu büyük başarının yıldönümünün kutlanmasına karar verdiler. Daha sonra Amerikalı işçiler, o zamanlar 12 saat olan günlük çalışma sürelerini 8 saate indirebilmek için 1884 yılında mücadeleye giriştiler. Chicago kentinde toplanan Trade-Unions (İşçi Birliği) Kongresinde; 1 Mayıs 1886 gününden itibaren normal günlük çalışma süresinin 8 saat olması kararını aldılar. Bu kararı uygulatmak amacıyla 1 Mayıs 1886 tarihinde ABD’nin büyük kentlerinde beş binden fazla iş yerinde greve başladılar. Grevleri bastırmak için işyerlerine gelen polislerle grevci işçiler arasında çıkan çatışmalar sırasında bir işçi öldü. Çok sayıda işçi de yaralandı. Üç gün süren olaylar sonrasında grevi örgütleyen Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe adlı sendika önderleri mahkemeye çıkarıldılar. Hiçbir kanıt bulunamamasına rağmen hepsi de suçlu bulundular. Sendikacılardan 4’ü idam, 4’ü ağır hapis cezasına çarptırıldılar. Biri ise, hücresinde ölü olarak bulundu. Gördüğü işkenceler nedeniyle ölmüştü. Ama bu olayı kayıtlara intihar diye geçirdiler. Yargılamalar sırasında özür dilemesi halinde idamdan kurtulacağı sözü verilen Albert R. Persons adındaki işçi önderinin mahkemede söylediği “Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım.” sözleri tarihe geçti. Hızla bitirilen yargılamaların ardından Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES adlı yiğit işçi önderleri idam edildiler. Sendikacıların bu şekilde idam edilmeleri, tüm dünya işçileri üzerinde büyük bir şok etkisi yarattı. 1889 yılında Paris’te toplanan II. Enternasyonal, dünya işçileri arasında dayanışma bilincinin geliştirilmesi amacıyla ortak toplantılar yapılması ve törenler düzenlenmesi için belirli bir gün belirlenmesi talebini tartışmaya açtı. Amerikalı işçi temsilcileri, idam edilen arkadaşlarının örnek mücadelelerini ve hatıralarını yaşatmak amacıyla 1 Mayıs gününü önerdiler. Bu öneri kabul edildi. 1890 yılından başlamak üzere 1 Mayıs, dünya işçilerinin “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanmaya başlandı.