Rusya Birinci Dünya Savaşı’nda
1906’dan sonra Balkanlar’daki Slavlarla dayanışma içerisinde ulusal bir birlik sağlamak fikri Duma politikalarının geniş merkez kuşağındaki yeni Ortodoksluktu. Aslında bu Rusya için çok tehlikeli bir politikaydı. Alman birliği, çekici ancak yanıltıcı bir örnekti. Rusya çok farklı bir ülkeydi. Rusya İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısı ve köylü topluluklarına yönelik devam eden ayrım, Alman modeline benzer bir ulus inşasını zorlaştırmaktaydı. Bunu gerçekleştirmek yönünde atılan adımlar, Rusya’yı neredeyse imparatorluğu yıkacak bir savaşa sürükledi. Rus devlet adamları tehlikenin farkındaydılar. Fakat imparatorluğun politik yapısında 1905 sonrasında meydana gelen değişiklikler temkinli bir dış politikanın takibini zorlaştırdı. Dışişleri Bakanı A. P. İzvolski, desteklerinin Rus hükümetinin dışarıdaki özellikle İngiltere ve Fransa gibi müttefik ülkelerdeki imajını güçlendirmek ve Japon Savaşı’na yol açan türden bir koordinasyonsuz saray entirikasına engel olmak için desteklerinin önemli olduğuna inandığı Duma delegeleriyle ilişkilerini geliştirmeye özen gösterdi. Politikalarına halkın desteğini sağlamak bağlamında yardımlarına güvendiği delegelerin hemen hepsi, güçlü birer panslavisttiler. Onları memnun etmek için İzvolski’nin bir yandan Balkanlar’da aktif bir siyaset izlemesi bir yandan da Rusya’nın askeri ve ekonomik gücünün büyük bir savaşı riske edemeyecek kadar zayıf olduğunu bildiğinden, temkinli bir yaklaşım içinde olması gerekmekteydi. Avusturya’yı 1871 Boğazlar Sözleşmesi’nin revizyonuna ikna etmek yoluyla bir darbe yapmaya çalıştı. Bu sözleşmeye göre Rusya, donanmasını Osmanlı İmparatorluğu ile savaşta olsun ya da olmasın boğazlardan geçirebilecek; Avusturya ise bunun karşılığında Berlin Anlaşması’ndan beri sözde Osmanlı hakimiyeti altında olan Bosna Hersek’i ilhak edecekti.
Sonunda Avusturya Bosna Hersek’i ilhak etti. İzvolski bu durumda Londra’dan aradığı desteği bulamadı. Bu durumda Rusya seçim yapmak zorunda kalacaktı. Ya bir Avrupa Savaşı’na zemin hazırlayacak ya da bu duruma göz yumacaktı. Bu Rusya için aşağılayıcı bir durumdu. Hükümette ve kamuoyunda, Almanya tarafından desteklenen Avusturya’nın Balkanlar’a tamamen hakim olmak için Sırbistan’ı ve hatta Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmaya hazırlandığı görüşü yaygınlık kazandı.
Panslavistlere muhalefet eden devlet adamları bile Rusya’nın tepkisiz kalamayacağını ve büyük bir Avrupa devleti olma iddiasından vazgeçemeyeceği görüşündeydi. Balkan Devletleri Osmanlı Devleti’ni küçük bir üs hariç bütün Avrupa’dan süren başarılı bir askeri ittifak kurdular.
Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişi, hem yeni bir faktörün yani kamuoyunun, hem de eski bir etkenin yani Avrupa’da büyük devlet statüsünü muhafaza etmek isteğinin bir yansımasıydı. St. Petersburg sokaklarında çar ve ailesini alkışlayan binlerce insan toplandı. Duma, savaş kredilerini onayladı ve sonra politikaları tartışmaktan çok daha önemli işleri olduğunu ileri sürerek, toplantılarına sınırsız bir süre ara verdi. Seferberlik sorunsuz bir şekilde geçti. Aralık’a kadar orduya en az 6 milyon asker alındı. 1915 baharına kadar Rus diplomatları, İngiliz ve Fransız hükümetleriyle İstanbul’un ve boğazların önemli bir kısmının savaştan sonra Rus topraklarına katılması konusunda anlaştılar. Bu, Panslavistlerin nihai amacının ve Rus diplomasisinin yüzyıllardır süre gelen isteğinin Avrupa devletlerinin ve kamuoyunun tam desteğiyle başarılabileceğine dair bir izlenim uyandırdı. Ancak zaman içinde askeri yenilgiler sonucu halkın desteği yavaş yavaş azalmaya, savaşın eşitliksiz yükünün ağırlığı algılanmaya başladı. Savaşın hemen başında Rus ordusu, Fransızlarla yapılan ittifak gereği, Doğu Prusya’ya bir taaruz başlattı. Ancak kötü komuta, iletişim sorunları ve diğer nedenlerle Tannernberg’de Almanlar tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı.
1915 yılının baharında Almanlar bu başarıların Gorlice’de ki Rus cephesini aşarak Polonya içlerine kadar ilerleyerek devam ettirdiler. Bu durumda çareler aranmaya başlandı. Yeni ordu komutanı atanması veya bakanların değiştirilmesi gibi önerilerde bulunuldu. II.Nikolay ise değişik bir kara verdi. Onun milliyetçi ve sosyal birlik anlayışı, monarşik otoriteyi ve Ortodoks Kilisesi’nin çağrısını temel alan, tamamen sivil olmayan bir milliyetçilikti ve o bu anlayışı ordunun komutanlığını bizzat üzerine alarak uygulamaya çalıştı. Duma’yı tatil etti. İlerici Blok’u destekleyen bakanları görevden aldı ve Stavka’ya gitti. 1916’da ordu onun komutasında daha öncekinden daha iyi bir performans sergiledi. Fakat bu başarının çarın liderlik özellikleriyle çok fazla ilgisinin olduğu şüpheliydi. Operasyonları dürüst bir kişi olan General Alekseyev yürüttü ve çarın ensesinde oluşu onun sinir krizleri geçirmesine neden oldu. Saray entrikalarının oyuncağı oldu. Bakanlarıın tayinler gerçekten çariçenin ve Rasputin’in belirleyip belirlemediğinin bir önemi yoktu. Daha sonra Alman casusluğuyla suçlanan Rasputin Aralık 1916’da Duma politikacıları tarafından öldürüldü.