Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Meclis grup toplantısında Anayasa Mahkemesi’ni hedef alan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, geçmişte yaptığı “Engin Alan” ve “İlker Başbuğ” açıklamalarını okuyan Baş, “Devlet Bahçeli’ye, daha önce yaptığı konuşmalarla ve yazılı açıklamalarla Bahçeli’nin kendisi yanıt veriyor” ifadelerini kullandı.
Erkan Baş, Meclis’te bugün düzenlediği basın toplantısında Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği “hak ihlali” kararına rağmen cezaevinde tutulan Can Atalay’ın tahliye edilmemesi başta olmak üzere, ülke ve dünya gündemine ilişkin açıklamalarda bulundu.
‘HUKUK KURALLARINA, HALKIN İRADESİNE GÜVENEREK İKTİDARA DİRENMEYE DEVEM EDECEĞİZ’
Sözlerine “Bir kez daha hukukun ayaklar altına alındığı, halk iradesinin yok sayıldığı, doğrudan iktidar koltuğunda oturanların Anayasa’yı, AYM kararlarını yok saydığı bir haftayı daha geride bıraktık” diyerek başlayan Baş’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Hatay Milletvekilimiz Can Atalay’ın esaretinin merkezinde durduğu tartışmaya dair neredeyse tüm sözler söylendi. Bizim açımızdan tartışmanın özeti şudur: İktidar diyor ki ‘Ben çoğunluğum, keyfim ne isterse, işime ne gelirse onu yaparım. Halkı da tanımam, hukuku da tanımam, Anayasayı da tanımam AYM kararlarını da tanımam. ‘Buna alışacaksınız’ diyor. Biz alışmayacağız, hukuksuzluğu kabul etmeyeceğiz ve halkın haklarını sonuna kadar korumaya, savunmaya devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar, geride kalan bir hafta boyunca iktidar tarafından söylenenler laf salatasından ibarettir. Yüksek yargı makamları arası görüş farkı varmış, Anayasa değişikliğine duyulan ihtiyacı gösteriyormuş, bunların hiçbir anlamı yok. İktidar, bir hedef belirlemiş, bu hedefe ulaşmak için engel tanımadan, her tür yola, hukuksuzluğa başvurup ilerlemek istiyor, biz de evrensel hukuk kurallarına, halkın iradesine, haklılığımıza güvenerek iktidarın bu yaklaşımına direnmeye devem edeceğiz.
‘ANAYASA YÜRÜRLÜKTEYSE AYM KARARLARI KESİNDİR, CAN ATALAY DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR’
Yine de eğer hala anlamayan varsa söyleyelim. Birincisi, yüksek yargı makamları arasında görüş farkı olsun, ne yapacağız? Elimizde yürürlükte olan bir Anayasa var, Madde 153 ‘AYM kararları kesindir. AYM kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme, yargı organlarını, idari makamları, gerçek ve tüzel kişileri bağlar’ diyor. Görüş farklılığı varsa da, Anayasa diyor ki ‘AYM kararları kesindir, bütün organları bağlar’. Buradan yola çıkarak bir Anayasa değişikliği girişiminde bulunmak tam bir aymazlık.
Sesimizin ulaştığı herkese çok basit bir örnek vermek istiyorum. Diyelim ki evinize defalarca giren bir hırsızı en sonunda yakaladınız. Hırsız size diyor ki ‘Gel beraber bir anahtarcıya gidelim, evin anahtarlarını değiştirelim’. Bu, defalarca kez Anayasa’yı açıktan ihlal ederek ve bu sefer kaçacak hiöbir yeri kalmadan yakalandığı için ‘Anayasa’yı’ değiştirelim diyen AKP’nin yaptığının aynısı. Diyelim ki yaptınız, yasa hatta Anayasa değişti sonra ne olacak? Hukukun, evrensel hukukun en temel ilkesi ‘değişiklikler geriye doğru işlemez’ değil midir? Hukuksuzluğu örtmek için hukuksuzluk yapıp, sonra yine bir hukuksuzluk daha yapıp adaleti böyle mi sağlayacaksınız?
Şu aşamada konuşulacak hiçbir şey yok. Anayasa yürürlükteyse AYM kararları kesindir, uygulanmak durumundadır, Can Atalay derhal serbest bırakılmalıdır.
ERKAN BAŞ, DEVLET BAHÇELİ’YE KENDİ AÇIKLAMALARIYLA YANIT VERDİ
Değerli yurttaşlar, o kadar absürt bir durumla karşı karşıyayız ki. Sanırım bu tartışmanın başından bu yana MHP bayrak en önde koşuyor. Hatta şunu söyleyen yorumculara hak vermemek elde değil, Yargıtay’ın alacağı kararları MHP yöneticileri Yargıtay’dan önce yazdırıyorlar. Bu tablo içerisinde dün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı bir grup konuşması var, aklı başında kimsenin makul görmesinin mümkün olmadığı bir grup konuşması. Devlet Bahçeli bütün gücüyle AYM’yi hedef tahtasına yerleştirdi, AYM’ni ve AYM üyeleri hedef gösterdi. Konuşmasını, ‘AYM ya kapatılmalıdır ya yeniden yapılandırmalıdır’ diye bitirdi.
Bir siyasetçi 4 Temmuz 2011’de benzer bir tartışmada şunları söylemiş:
‘Hepimizin bildiği gibi, hala tutuklu bulunan milletvekillerinin durumu vardır ve bizim milletvekilimizin de durumu aynıdır. Bu hukuk skandalının affı ve tarifi mümkün değildir. Millet iradesi yargı tarafından dikkate alınmamış ve yasa dışı bir şekilde seçilmiş kişilerin tutukluluk halleri devam ettirilmiştir. Siyasallaşmış yargının hazin ve ibretlik bir sonucudur. Anayasanın 76. maddesinin 2. fıkrasıyla, Milletvekili Seçim Kanunu’nun 11. maddesi milletvekiline mani halleri sıralamaktadır. Bu maddeler doğrultusunda, Sayın Engin Alan’ın ve benzer durumdaki şahısların milletvekili olmalarında herhangi bir engel bulunmamaktadır. Böylesine açık ve net hukuki durum varken, milletimizin seçip parlamentoya gönderdiği vekillerini serbest bırakmamak kasıtlı, yanlı ve başka hesapları gözeten yargının icraatından başka bir anlama gelmeyecektir.
Başbakan Erdoğan’ın ‘Ne yapalım seçmeseydiniz’ sözleri ise talihsiz olduğu kadar densizliğin ulaştığı seviyeyi göstermesi bakımından manidar olmuştur. Başbakan Erdoğan’a söylemek isterim ki, bizim kimi aday gösterip göstermeyeceğimizi sana mı soracaktık? Senden icazet mi alacaktık? Sana mı danışacaktık? Bu kendini bilmez ve utanmaz zihniyet, geçmişte şahsını ilgilendiren kişiye özel anayasa değişikliğini pervasızca yapmıştı. Başbakan Erdoğan’ın üstünlerin hukukuna son veriyoruz derken kendi üstünlüklerini sağlamlaştırdığı gün gibi ortaya çıkmıştır.
‘TUTUKLU MİLLETVEKİLLERİ SADECE KENDİ PARTİLERİNİN DEĞİL, TBMM’NİN DE HAYSİYET KONUSUDUR’
Şu önerilerimizi tüm kamuoyunun bilgisine sunuyoruz:
- Halen tutuklu bulunan milletvekilleri sadece kendi partilerinin değil, üyesi bulundukları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de haysiyet konusudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan bütün siyasi partilerden seçilecek temsilciler bir araya gelmeli, ahlaki ve tutarlılık gereğince tutuklu bulunan milletvekillerinin haklarını savunacak bir Meclis bildirisi için temel zemin oluşturmalıdırlar. Millet iradesinin en büyük kefaret olacağı hatırlatılmalı ve bunda da tavizsiz olunmalıdır.
- Tutuklu milletvekillerinin önüne, Anayasanın 14. ve 83. maddelerini mani bir hal olarak çıkarmak zorlama ve yanlı bir tutum olacaktır. Kaldı ki, 2007 seçimlerinden sonra tutukluyken serbest kalan bir şahıs için uygulanan hukuki hükümler bugün de geçerlidir. O halde, yorum ve içtihat açısından yeni bir yola gerek yoktur. Yalnızca kanun ve anayasa hükümlerinin objektif kriterler çerçevesinde uygulanması ve iktidarın bu konuda ön ayak olması meseleyi kökünden çözecektir.
BAHÇELİ’NİN ‘İLKER BAŞBUĞ’ AÇIKLAMASINI HATIRLATTI
Aynı deneyimli siyasetçi, 7 Mart 2014’te ise şunları söylemiş:
‘Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Sayın İlker Başbuğ’un Anayasa Mahkemesi’ne 22 Ocak 2014 tarihinde avukatı aracılığıyla yaptığı müracaatı dün itibariyle karara bağlanmıştır. Yüksek Mahkeme vardığı sonuçla, Sayın Başbuğ’un kişi hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiğine hükmetmiş ve tahliyesinin yolunu açmıştır.
Sayın Başbuğ’un yargılanmasına konu olan davanın Ergenekon dava sürecine eklemlenmesi yeni bir durumu ortaya çıkarmıştır. Bu kapsamda Özel Yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 5 Ağustos 2013 tarihinde kararını açıklamış ve yargılanan birçok kişiye yağmur gibi ceza vermiştir. İlker Başbuğ da terör örgütü kurmak, yönetmek ve darbeye teşebbüs etmek suçlamasından müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu karar resmen hukuku katletmiştir. AKP’nin derin yargısı, tarafsızlığını ve bağımsızlığını çoktan elden çıkaran yandaş hakimler TSK’dan intikam almak için önüne geleni cezalandırmıştır.
‘BİR SANİYE BİLE CEZAEVİNDE TUTULMASI ÇOK CİDDİ SORUN VE SONUÇLARA MEYDAN AÇACAKTIR’
Anayasa Mahkemesi’nin Sayın İlker Başbuğ hakkında verdiği karar çok açık olup tartışmaya mahal herhangi bir tarafı görülmemiştir. Sayın Başbuğ’un özgürlükten yoksun bırakılmasının hukuki olmadığı iddiasının yerel mahkeme tarafından etkili bir şekilde incelenmeden reddedilmesi ve mahkumiyete ilişkin gerekçeli kararın açıklanmaması hak ihlaline yol açmıştır. Anlaşılacağı üzere, Özel Yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi haksız, mesnetsiz ve uyduruk gerekçelerle kişi hak ve hürriyetini çiğnemiştir. Bundan sonra Sayın Başbuğ’un bir saniye bile cezaevinde tutulması çok ciddi sorun ve sonuçlara meydan açacaktır. Bu itibarla söz konusu şahıs hakkında lazım gelen tahliyenin derhal yapılması hem adaletin gereği hem de aziz milletimizin beklentisi olarak yorumlanmalıdır. Halen cezaevinde bulunan, uzun tutukluluk sürelerinin kurbanı olan ve Sayın Başbuğ’la aynı kaderi paylaşan mahkumiyet almış diğer kişiler için de benzer yol ve yöntem muhakkak ki çalıştırılmalıdır.’
‘DEVLET BAHÇELİ’YE, DAHA ÖNCE YAPTIĞI AÇIKLAMALARLA DEVLET BAHÇELİ YANIT VERİYOR’
İnanılmaz değil mi. Aynı tartışma, sanki bugün yazılmış gibi. Bir tane daha var:
‘Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurular sonucunda; tarihi bir karara imza atarak Balyoz Güvenlik Hareket Planı Davası’nda hak ihlali olduğunu dün itibariyle teyit ve kabul etmiştir. Bu kapsamda İstanbul Anadolu 4.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kararlaştırılmış ve geciken adalet bir nebze de olsa yerini bulmuştur. İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 21 Eylül 2012 tarihinde verilen ve Yargıtay 9.Ceza Dairesi’nce 9 Ekim 2013 tarihinde onaylanan cezaların gerçeği yansıtmadığı netlik kazanmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla birlikte gerçekleşen tahliyelerden memnuniyet duymakta, özgürlüklerine kavuşanların aileleriyle birlikte yaşadığı mutluluğu paylaşmaktadır. Ayrıca İstanbul Milletvekilimiz Sayın Engin Alan’ın serbest kalarak aramıza katılması partimiz ve camiamız açısından çok sevindirici bir gelişmedir.’
Değerli arkadaşlar, dün konuşan Devlet Bahçeli’ye daha önce Devlet Bahçeli’nin yaptığı konuşmalarla, yazılı açıklamalarla Bahçeli zaten kendisi yanıt veriyor. Akıl almaz bir şey, okurken sanki bugün yazılmış ve bugün tartışılan konularmış gibi geliyor ama görüyorsunuz, benim Devlet Bahçeli’ye cevap vermeme gerek yok, Bahçeli’yi Bahçeli’ye havale ettim. Kendi kendine konuşsun, tartışsın, kamuoyu da takdir etsin durumu.
‘ATALAY MECLİS’E GELECEK VE HALKIN KENDİSİNE VERDİĞİ GÖREVLERİ YERİNE GETİRECEKTİR’
Değerli arkadaşlar bizim için Can Atalay derhal tahliye edilmesi gereken seçilmiş Hatay milletvekilidir. Can Atalay’ın neden cezaevinde tutulduğunu biz de kamuoyu da çok iyi biliyor.
Yurttaşlarımıza bir hatırlama çağrısı yapmak istiyorum, Can Atalay’ın adını ilk ne zaman duydunuz? Biz üniversite yıllarından beri kendisiyle birlikte mücadele ederiz ama geniş kamuoyunun Can Atalay’ı ilk duyması Ahmet Şık’ın yayınlanmamış kitabı nedeniyle tutuklandığı günlere denk gelmektedir. Açık bir haksızlığın, bir kumpasın karşısında direnen bir avukat olarak tanıdık. Daha sonra, bugün tutukluluğuna neden olan Gezi Parkı’nda tanıdık Can Atalay’ı ve Gezi Parkı hala orada duruyorsa Can Atalay ve arkadaşlarının, hepimizin mücadelesinin bir sonucudur. Ahmet Şık’ı savundu, Ahmet Şık’ın haklı olduğu ortaya çıktı; Gezi Parkı’nı savundu, Gezi Parkı bugün hala orada duruyor.
Validebağ Korusunda tanıdık Can’ı. Soma’da maden faciasında, 301 işçinin hayatını kaybettiği davada tanıdık Can Atalay’ı. Ermenek’te maden kazasında, 18 işçinin hayatını kaybettiği katliamda tanıdık. Aladağ’da en küçüğü 6, en büyüğü 13 yaşında 11 kız çocuğunun katedilmesine neden olan alçakların yargılandığı davalarda tanıdık. Çorlu Tren Katliamında 7’si çocuk 25 kişinin hayatını kaybettiği, 310 kişinin yaralandığı davada tanıdık ve Hendek’teki havai fişek patlamasında tanıdık. Yani bu iktidarın her seferinde haksızın yanında olması, hukuksuzluklardan medet ummaya çakışması, ‘Güç bende, ben istediğimi yaparım’ demesine karşı boyun eğmediği için tanıdık. Ve bundan sonra da bir adım geri atmayacağımızı, asla boyun eğemeyeceğimizi herkesin bilmesini istiyorum. Halkın iradesinin üstünde bir güç yoktur. Halk Can Atalay’ı milletvekili olarak seçmiştir, Atalay Meclis’e gelecek ve halkın kendisine verdiği görevleri yerine getirecektir.
‘PATRONLAR İÇİN CENNETE ÇEVİRDİĞİNİZ BU ÜLKEDE, İŞÇİLERİ CEHENNEME MAHKUM EDİYORSUNUZ’
Değerli arkadaşlar, muhtemelen görevine başlayabilseydi şu anda Zonguldak’ta olacaktı Can, çünkü Zonguldak Gelik beldesinde korkunç bir iş cinayetiyle karşı karşıyayız. Bu ülkede çok büyük işçi katliamları gördük, büyük iş cinayetlerini hep beraber takip ettik. Fakat Gelik’te yaşananın benzerini daha önce görmemiştik. Maden kaçak, göçmen bir işçi kaçak çalışıyor, yaralanıyor. ‘Aman başımız ağrımasın’ diyorlar, alıyorlar yaralı işçiyi öldürüyorlar. Yetmiyor, işçiyi yakıyorlar. Ya insanca çalışma koşulları yok, insanca ücret yok, işçi sağlığı iş güvenliği yok, maden denetimi yok, sosyal güvence yok, yaralanıyorsun hastane yok, sonra önce öldürüp yetmiyor bir de bedenini yakıyorlar. İşçilere cehennemi yaşatmanın daha açık bir örneği olabilir mi? Böyle vahşetin yaşandığı bir ülkede hangi insanlık değerinden, insani gelişmeden, hangi kalkınmadan söz edebilirisiniz? Patronlar için cennete çevirdikleri bu ülkede, işçileri cehenneme mahkum ediyorsunuz.
‘KAÇAK MADENİ ÇALIŞTIRIP İŞÇİ KATLEDEN ZAT MHP’Lİ ESKİ BELEDİYE BAŞKANI’
Türkiye’de maden işçilerinin hayatına neden olan iş cinayetlerinin yarısı 3 küçük ilçede ya da beldede gerçekleşiyor. Buralarda adım atılan her yer kaçak maden ocakları. Ne düşünürsünüz? ‘Nerede buranın belediye başkanı, denetlemiyor mu kimse burayı’ dersiniz ama o belediye başkanlarını uzaklarda aramayın. Biraz önce sözünü ettiğim kaçak madeni çalıştırıp işçi katleden zat MHP’li eski belediye başkanı. Neden buralarda katliamlar yaşanıyor, nasıl yaşanıyor, en açık örneklerinden biriyle karşı karşıyayız. Soruyorum, burada kimi kime şikayet edeceksiniz? Öldüren bir, yakan bir, aklayan bir, kollayan bir, topluyorsunuz hepsi iktidar. İşte biz, bunların hepsini birden tarihin çöplüğüne atmak için mücadele ediyoruz çünkü yaşayabilmek için bunları tarihin çöplüğüne atmamız gerekiyor.
Polis nerede, jandarma nerede? Orada kaçak işçi çalıştırırken, kaçak maden işletirken yok ama madende çalışan işçiler haklarını aramak için seslerini yükseltsinler iktidar hemen talimatını verir, o işçinin üstüne jandarmayı, polisi utanmadan salarlar. Öldüğünüzde sizi öldürenlere, kaçak çalıştıranlara hiçbir şey yapmazlar ama ölmemek için, hakkınızı aramak için sesinizi yükselttiğinizde karşınıza copuyla, gazıyla 3 saniyede yetişirler. Kurdukları sistem bu. Hangi yargı bunlardan hesap soracak? Bu ülkede bütün işçiler kimsesizleştirilmiş durumda. İktidar istiyor ki işçi yalnız kalsın, çaresiz kalsın, ben ona istediğimi yaptırayım. İşçileri kimsesizliğe mahkum etmek istiyorlar, göçmen işçiler de kimsesizlerin de kimsesizi haline gelmiş durumda. Biz buradayız, hakkı yenen, hukuksuzluğa uğrayan, ezilen, yok sayılan, katledilen bütün işçilerin hakları için buradayız. Mafya bozuntuları, hırsızlar, katiller, iktidara yaslananlar, hepsi bilsin: Kimseyi yalnız bırakmayacağız. Tüm gücümüzle işçi arkadaşlarımızın yanında olacağız.
‘DİSK’İN ‘VERGİDE ADALET, GELİRDE ADALET’ YÜRÜYÜŞÜNÜ DESTEKLİYORUZ’
Bu vesileyle paylaşayım, DİSK, ‘Vergide adalet, gelirde adalet’ yürüyüşü düzenliyor. Bu yürüyüşü destekliyoruz. Destekliyoruz çünkü, bu ülkede yoksulluk sınırında maaş alan bir işçi bile yüzde 27 vergi öderken, patronlardan alınan vergiler çok daha düşük. Bu ülkede AKP’nin çevresindeyseniz, çeperindeyseniz, iktidara yakınsanız, bir belediye başkanı ile arsa kovalıyorsanız rahat zengin olabilirsiniz. Kazara vergi mi çıktı hemen bir muafiyet veriliyor, teşvik veriliyor. Ücretlilerden, işçilerden verdiğiniz vergi yetmiyor, bir de harcadığınızdan KDV’si ÖTV’si alınıyor. Direkt patronlardan alınan vergi hedefi için 2024 bütçesine bakın, toplam verginin sadece yüzde 20’si hedefleniyor. Rakam olarak söylüyorum, AKP iktidarı patronlardan 1,3 trilyon vergi bekliyor, bunun yanında teşviklerle, muafiyetlerle vazgeçtiği tutar 2,2 trilyon lira. Yani diyor ki patrondan, zenginden 3 lira vergi toplayacaksam ben bunun bir lirasına razıyım. Nasılsa işçiden, emekçiden, yoksuldan, memurdan, emekliden senden almam gerekenin fazlasını alıyorum. Böyle bir dönemde DİSK’in yürüyüşünü anlamlı buluyoruz, TİP örgütleri güzergah boyunca DİSK’li arkadaşlarımızı karşılayacak, beraber yürüyecekler, onların mücadelesine güç verecekler.
‘ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİ, İKTİDARIN ‘KİNDAR VE DİNDAR NESİL’ YETİŞTİRME PROJELERİYLE İLERLİYOR’
Meclis’te bütçe görüşmeleri devam ediyor. Dün Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesini konuştuk. MEB Bakanı Yusuf Tekin, okullarda uygulanan müfredatın sadeleştirileceğini açıkladı. Peki neymiş bu sadeleştirme? Değişiklikle ilkokul 4. sınıfta başlayan din derslerini okul öncesine getiriyorlar, ilkokul 1., 2. ve 3. sınıflara kadar indiriyorlar. Diğer derslere din içerikli konuların eklenmesi gündemde. O kadar ne yaptıklarının farkındalar ki, Talim ve Terbiye Kurulu’nu bypass ediyorlar, bu uygulamanın Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu tarafından yapıldığı konuşuluyor. Daha önce de biliyorsunuz ÇEDES adıyla Diyanet İşleri Başkanlığıyla çeşitli protokoller imzalamışlar ve zorunlu seçmeli din derslerini getiren yeni adımlar atmışlardı. Bu uygulamalar, yani eğitim, yani çocuklarımızın geleceği iktidarın o ‘kindar ve dindar nesil’ yetiştirme projeleriyle ilerliyor. Bizim açımızdan en önemli gündemlerden birisi eğitim alanıdır, eğitim alanındaki bu dinci politikalara karşı mücadeleyi en kararlı biçimde sürdüreceğimizi ifade etmek isterim.
‘ÖZEL SEKTÖR ÖĞRETMENLERİ SENDİKASI’NA YÖNELİK SALDIRIYI ŞİDDETLE KINIYORUZ’
AKP eğitimde dincileşmenin önünü açarken, eğitimi para kazanılacak bir hale getirirken bunun en ağır sonuçlarından birini eğitim emekçileri yaşıyor. Bu açıdan değerlendirdiğimizde eğitim emekçilerinin önümüzdeki dönemde geçinemeyecekleri, okulda ders anlatırken bir taraftan sürekli eve nasıl gideceklerini, yol parasını, elektrik faturasını, telefon faturasını, çocuklarının önüne koyacakları yemeği, çocuklarının eğitim masraflarını düşünmek zorunda kalacaklarını görüyoruz. Aynı zamanda özel okullarda bu sömürünün katmerlendiğini, buna karşı direnen öğretmenlerin de Kadıköy’deki Kandilli Koleji örneğinde gördüğümüz gibi patronlar tarafından tehdit edildiğini, saldırıya uğradığını burada kayıtlara geçirmek istiyorum. Öğretmenler zorla çalıştırılmaya karşı seslerini yükseltmek istiyorlar ve patronların saldırısına uğruyorlar, utanmaz patronlar bir de terörle bağlantılı diye öğretmenleri şikayet ediyor. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’na yönelik saldırıyı şiddetle kınıyoruz ve haklı mücadelelerinin yanındayız.
‘TÜRKİYE İLE İSRAİL ARASINDAKİ TİCARET HACMİ AKP DÖNEMİNDE YÜZDE 532 ARTTI’
Buraya gelmeden önce Tayyip Erdoğan’ın grup konuşmasını dinledik, bir saat Filistin’den bahsetti, neredeyse hiçbir iç gündeme girmedi. Sürekli olarak Filistin’i Gazze’yi anlatıp desteklerini sunan bu iktidara sesleniyorum, Gazze’de insanlar katledilirken sizin işiniz bol bol laf üretip içeride bir egemenlik alanı yaratmak değil. Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi AKP döneminde yüzde 532 arttı.
‘İÇ POLİTİKADA NE KADAR UTANMAZSANIZ, DIŞ POLİTİKADA DA O KADAR UTANMAZSINIZ!’
Lafta Filistin’i destekliyor, katliam başladığı günden bu yana 272 gemi Türkiye’den İsrail’e gitti. Soruyorum, bu gemiler ne götürdü? Lafta Filistincisin, özde İsrailcisin, İsrail destekçisisin! Gazze için ağzından dualar çıkıyor ama İsrail’e ne istiyorsa gönderiyorsun! İsrail uçaklarının yakıtları nereden gidiyor Sayın Erdoğan? Azeri petrollerini İsrail’e kim taşıyor? Silah teknolojisi için en önemli kaynaklardan birisi olan çelik ihtiyacını kim karşılıyor? Gıdası, inşaat malzemesi, Türkiye’den kalkan gemilerden gitmiyor mu? Hodri Meydan! Bir saat anlatacağına bu sevkiyatı durdur! İsrail’e sevkiyatları durdurun, İsrail’le iş birliğini durdurun! İç politikada ne kadar utanmazsanız, dış politikada da o kadar utanmazsınız!”