‘Sadece Kendimiz İçin Doğmuyoruz’
Bu sözün Çiçero’ya ait olduğunu okuduğum bir metinden öğrendim.
Sözü düşündükçe farklı anlamlar yüklemeye başladım.
Sitem içeren bir göz ile baktığımda;
Fütursuzca, sınır tanımadan, bir başkasının haklarını gasp ederek, saygısızca yaşayan insanlar geliyor aklıma…
Doğayı kirletenler, tepelerden bakınca denizin önüne inşaat setti çekenler, yere tüküreler, canlıları katledenler…
Diğer yandan olumlama ile düşünüyorum. Bu hayatta sadece kendimiz için olmadığınızı düşünerek.
Yardımseverlik, paylaşım, merhamet, sevgi gibi duygularım ağır basıyor. Annenin gülüşünde, bir bebeğin büyüyüşünde, babanın alın terinde buluyorum kendimi…
Bir ağacın gölgesinde, bir güvercinin kanat sesinde, bir sokak hayvanının rahatlığında…
Sorumluluk hissettiriyor bu söz zaman zaman…
Adalet, eşitlik, birlikte yaşam gibi…
Sadece kendimiz için doğmuyoruz!
Peki ne için kim için doğuruyoruz aynı zamanda…
Doğanın döngüsünde yerimiz neresi?
Tanrının gözünde nasıl bir yerdeyiz?
Nereden geliyor ve nereye gidiyoruz?
Bir bilinmezin içinde sadece kendimiz için doğmuyorsak ne gibi sorumluluklar yüklenmeliyiz?
Bir görüşe göre, güzel gördüğümüz her şey tanrının bir yansımasaymış. Bu durumda olağan düzeni bozacak durumlar tanrının hoşuna gider mi?
Tanrı verdiklerini geri alırken nasıl teslim almak ister acaba?
Bir bebeğin mahsumiyeti aklıma geliyor.Ardından musalla taşı. Aradaki zamanda tanrının verdiği mahsumiyeti ne kadar koruyabiliyoruz?
Var olmak için hangi mücadeleler içine giriyoruz? Ayaklarımızın altında hangi çimenler eziliyor?
Var etme dünyası mı?
Yok etme dünyası mı?
Cevabını kalbimizin en derininden hissederek vermemiz gerekiyor.