Tallinn'i arkamızda bırakarak Helsinki'ye doğru yol aldık. Feribotumuz son derece temiz ve konforluydu. İki saatin nasıl geçtiğini anlamadan Helsinki'ye vardık; başka bir dünyaya…
Bu gezinin kaderi olsa gerek orada da yoğun güvenlik önlemleri karşıladı bizi. Nedenin kısa sürede anladık. ABD Başkanı Biden aynı gün Helsinki'ye gelecekmiş. Güvenlik önlemleri nedeniyle planlanan kent gezisini, yer yer mahsur kalarak, zorlukla ve Market Meydanı hariç tamamladık.
Yemyeşil, tertemiz, yüzleri sürekli gülen insanların kenti Helsinki. Önce bir parkta yer alan Sibelius anıtını ve adına yapılmış açık hava orgunu ziyaret ettik. Ardından yine Sibelius adına büyük bir kayayı oyarak yapılan kaya kilisesinde Sibelius'un parçalarını dinledik huşu içinde.
Rus Çarı II. Alexander'ın heykelinin bulunduğu Senato Meydanı, gezdiğimiz hemen tüm kent meydanlarında olduğu gibi önemli binalarla çevrelenmiş: Neo-klasik tarzda inşa edilen Helsinki Katedrali, Fin Senatosu, Helsinki Üniversitesi ve Finlandiya Ulusal Kütüphanesi. Tabii ki kafe- restoranlar da kent meydanında kendilerine yer bulmuşlardı. Esplanada Caddesini ve parkını, serbest zamanımızı alışveriş ederek, bira içerek geçirdiğimiz bir yer olarak anımsayacağız.
Helsinki'de gözümüze çarpan ve gezinin bundan sonraki yerlerinde sürekli gördüğümüz, çocuklarla, özelliklere bebeklerle babaların ilgilendiği idi. Puset arkalarında hep babalar vardı. Babaların yanında anneyi çok seyrek gördük. Anneyi tek başına pusetle neredeyse hiç görmedik.
Helsinki'ye huzursuz bir zamanında gitmiş olsak da bende çok huzurlu bir şehir izlenimi bıraktı. Bize huzur değil gezmek lazım olunca mecburen ayrıldık Helsinki'den.
Sıra İskandinavya ülkelerine gelmişti. Akzambaklar ülkesi Finlandiya'yla birlikte tabiatla barışık ekonomik gelişimde, eğitimde, sosyal devlet anlayışında, çalışkanlık ve huzurda, refah da dünyanın parmakla gösterdiği ülkelere…
Akşam saatlerinde bindiğimiz feribot, tüm gece boyunca sakin bir seyirle Baltık'ı doğudan batıya katedip, binbir güzel küçük adanın arasından geçerek bizi İsveç başkenti Stockholm'a ulaştırdı. Şansımıza hava hala güzelliğini sürdürüyordu: güneşli, parçalı bulutlu ve serin.
Stockholm ana karayla birlikte bir birine köprülerle bağlanmış on dört ada üzerine kurulmuş. Avrupa'nın büyük sarayları arasında ilk sıralarda yer alan Kraliyet Sarayı ilk uğradığımız yer oldu. Ardından Parlamento Binasını gördük. Sonra gittiğimiz Vasa Müzesi ilginç bir yerdi. Zamanın İsveç kralı mühendis ve ustalarına yenilmez, çok büyük ve güçlü bir savaş gemisi inşa etmelerini istemiş. Gemi bitince kral topları yetersiz bulmuş ve yeni toplar eklenmesini istemiş. Mühendisler itiraz etse de ben kralım benim dediğim olacak demiş; emrini yerine getirmişler. 1628 yılında suya indirilen gemi ancak 8-10 dakika yüzebilmiş. Yandan aldığı şiddetli bir rüzgarla alabora olmuş. Bilim bir kez daha emire üstünlüğünü göstermiş. Gemi yüzlerce sene bozulmadan deniz dibinde geri çıkarılmayı beklemiş. İsveç hükümeti denizden çıkardığı ve neredeyse hiç bozulmamış bu gemiyi bir müzeye koyarak sergilemektedir. Gezinin en ilginç bölümünü oluşturduğunu söyleyebilirim. Ahşap işçilikleri muhteşemdi… Nobel Edebiyat Ödüllerinin dağıtıldığı Belediye Binası görülmeye değer yerlerdendi.
Yaya caddesi Stroget'te bir süre gezip hoşça vakit geçirdikten sonra otobüsümüze binip geceleyeceğimiz Karlsatd'a doğru yola çıktık. Bu bahaneyle İsveç'in ortalarında büyükçe bir gölün kıyısında yer alan bu kenti de görmüş olduk.
Yorgunluğumuz artıyordu bir yandan, bir yandan da sayıları azalıyordu gezeceğimiz kentlerin.
Sıra Norveç başkenti Oslo'ya gelmişti. Eşsiz bir doğa içinden geçen yolda bize yağmur da eşlik etmeye başladı. Güzel havalar buraya kadarmış. Vertigo Tur önceden uyardığı için hazırlıklıydık. Şemsiye ve yağmurluklarımızla derin bir fiyordun dibinde kurulmuş Oslo'yu gezdik. En ilginç köşelerinden biri Vigelenad Parkı idi. Gustav Vigelan'dın yüzlerce bronz ve mermer heykeline ev sahipliği yapan bir park, Vigeland Parkı. Gustav Vigeland, heykellerini aile yaşantısından esinlenerek yapmış. Belki de bu ilişkileri tüm çıplaklığıyla göz önüne sermek için heykellerin hepsini de çıplak yapmış. Heykellerin yanı sıra yeşilliği ve çiçeklerin güzelliği tarifsizdi.
Kraliyet Sarayı, ilginç mimarisiyle Opera Binası, Belediye Binası, birçok eski büyük yelkenli tekne bağlı olan eski liman gezilesi yerlerdi. Tabii ki Karl Johann Caddesinde gezinmek ve alışveriş etmek başka bir zevkti. Günün sonuna doğru kent yakınındaki göl fiyordu olan Tyrifiyord'u gördük ve ardından yorgun argın ama mutlu bir şekilde otelimize döndük.
Gezinin son otel konaklamalı gecesi için Oslo'dan güneye doğru yola çıktık. Bir süre sonra Norveç'i terk edip tekrar İsveç'e geçtik. Yeşil hakim olan renkti ve ormanlar baskın olan alanlar. Tarlalarda bir karış ekilmemiş yer yoktu ve inekler çayırlarda otlarken mutlu görünüyorlardı. Birçok fiyort üzerinden geçtik. Got'ların kurduğu Göteborg kentine vardık. Kent meydanı ve etrafını gezmek için iki saat yetti. Biz bu araya, bize laf atmasıyla tanıştığımız Türk yurttaşımızın sahibi olduğunu öğrendiğimiz Irish Pub'da bir Guinness birayı da sıkıştırdık. Geceleyeceğimiz Malmö'ye devam ettik. Malmö kent merkezindeki küçük bir meydanda her keseye ve zevke uygun restoran ve de kafeler bizi bekliyordu. Yorgunluğumuzun bir kısmını buralara bırakıp otelimize geçtik.
Ertesi gün artık gezinin son günü ve sondan bir önceki kentiydi. Dünyanın en uzun köprüleri arasında sayılan Öresund köprüsünden geçip Danimarka başkenti Kopenhag'a vardık. Oraya gidip de meşhur denizkızını görmemek olmazdı. Tivoli, dünyanın ilk eğlence parkı, Belediye Binası ve renkli evleriyle meşhur Nyvan Caddesi ziyaret ettiğimiz yerler oldu.
Kopenhag benim için seyahatin en özel ve keyifli kentiydi. Orada yaşayan kardeşim Zümrüt ve eşi Jens yaşıyordu ve kendileriyle buluşup birkaç saat özlem giderdik.
Dönüş yolu başlamıştı. Otobüsümüzle bir süre Danimarka içinde yol aldıktan sonra feribot ile Almanya'ya geçtik. Gece 21.00 civarlarında Hannover'deydik. Kent merkezinde hiç yabancılık çekmedik. Restoranların neredeyse hepsi Türk restoranlardı. Karnımızı doyurup, demleme çaya doyduktan sonra hava alanına geçtik. Rehberimiz Ertuğ Şenkaya, kontrollerden geçene kadar oluşabilecek herhangi bir tersliğe karşı hava alanındaydı.
Sabaha karşı yorgun ve bir o kadar da mutlu İzmir'e inmiş, bavullarımızı alarak on iki gün beraber gezdiğimiz arkadaşlarımızla vedalaşarak ve başka gezilerde bir arada olmayı dileyerek evlerimizin yolunu tutmuştuk.
Gezide çok yer gördük, çok yol yaptık. Vertigo Tur'un iyi organizasyonu, rehberimiz Ertuğ Şenkaya'nın deneyimi, bilgisi, çalışkanlığı ve içtenliği, kaptanlarımız Stanciu ve Nicolae'nin dikkatli sürüşleri, elli dört kişilik grubun takdire değer uyumu, bir birine saygısı ve sevgisi, harika bir geziyi anı dağarcığımıza yüklemiş oldu.
Teşekkürler gezi arkadaşlarım…
Teşekkürler Stanciu ve Nicolae…
Teşekkürler Ertuğ Şenkaya…
Teşekkürler Vertigo Tur.
Nedim İnce
Altınoluk / 27. 07. 2023