‘Sokakta gördüğünüz her 80 kişiden bir tanesi, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından maaşı ödenen öğretmen statüsünde. Bakın bu devasa bir rakam. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, 30'lu 40'lı rakamlardan, şu an 13-14'lere düşmüş durumda. Bunlar dünya ortalamalarının gerçekten üstünde olan rakamlar. Dünyada hiçbir ülke tarafından bu kadar büyük bir öğretmen kitlesi kamu tarafından fonlandırılmıyor.’
Sözlerimize Milli Eğitim Bakanımız cümleleri ile başlıyoruz. Bu cümlelerin en dikkat çeken kısmı ‘kamu tarafından fonlanan öğretmenler’ sözcükleridir.
Eğitimi fonlanabilir ya da fiyatlanabilir bir hizmet olarak düşündüğümüzde, bir şirket yöneticisi olarak verilen hizmetin karşılığında müşteri memnuniyeti ile ortaya çıkan ürün hakkındaki fayda zarar ilişkisini konuşabiliriz. Ancak eğitim fiyatlanabilir bir hizmet olmasına karşın, sadece bireysel fayda üretmez. Eğitim bireysel faydadan çok toplumsal alanda fayda üretir. Toplumu şekillendiren ve toplumsal faydası oldukça yüksek olan eğitim hizmetlerinin uygulamasının sadece özel sektöre bırakılması mümkün olmadığı için ‘Milli’ eğitimin kamusal bir hizmet olarak verilmesi ve denetlenmesi oldukça önemlidir. Bu nedenle de eğitim hizmetlerinin ve eğitim personellerinin ‘fonlanması’ değil ‘bütçelendirilmesi’ daha uygun bir tabir olarak karşımıza çıkacaktır.
Sayın Bakanımızın sözlerinde dikkat çeken diğer bir konu ise kamudaki öğretmen sayısının fazlalığı ile ilgili ifadedir. Türkiye nüfus bakımından 18. kalabalık ülke konumunda iken öğretmen sayısı bakımından 17. sırada yer almaktadır. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısını ise basit bir hesapla (öğrenci sayısı/ öğretmen sayısı) hesaplamak hatalı bir istatistiğe sebebiyet verecektir. Köy okulları, özel eğitimde görevli öğretmenler, evde eğitim öğretmenleri, branş öğretmenleri ve diğer etkenler bu hesabın bu şekilde yapılamayacağının göstergesidir.
Geçen yıl ekim ayında yapılan bir açıklamada 60 bin öğretmen ihtiyacının varlığı belirtilmiş olmasına karşın atama için 20 bin kontenjan ayrılması bu açığı kapatmak için yeterli bütçenin ayrılmadığının da göstergesidir.
Atama bekleyen on binlerce öğretmen varken kamuda oluşan açığın kapatılamamasının nedeni ise merak edilen bir sorudur. Öğretmelerin atanabilmesi için açılması planlanan ‘Öğretmen Akademilerinin’ kamuya vereceği ekonomik yükün oluşturacağı ‘bütçe’ ihtiyacının nasıl ‘fonlanacağı’ ise sorulması gereken diğer sorudur.
Üniversitelerin eğitim fakültelerinde yapılacak düzenlemelerle çözülebilecek sorunların farklı ve masraflı yöntemlerle çözülebileceğine inanılması ise sorunun kaynağına inilemediğinin göstergesidir. İddia edildiği üzere istihdam edilmeyi bekleyen öğretmen fazlalığı var ise ‘eğitim fakültelerinin sayısının azaltılarak niteliğin arttırılması’ sorunun çözümüne katkı sunabilecektir.
Fakültelerden mezun olan her öğretmenin kamuda çalışacağının garantisi yoktur. Öğretmenlerin bir kısmı özel sektör okullarında da görev alabilmektedir. Bu durumda da dikkat edilmesi gereken konu öğretmenlerin özlük haklarına verilen önemdir. Özel sektör okullarında çalışan öğretmenlerin asgari ücret ile çalıştırılmaları vicdani bir durum değildir. Özel sektörde çalışan öğretmenlere taban ücret uygulaması getirilerek haklarının güvence altına alınması devletimizin gücünü gösterecektir.
Eğitime verilen önem ülkemizin itibarını arttıracaktır. Unutulmamalıdır ki:
‘İnsanlar sadece maddi değil, özellikle bu maddi kuvvetin içerdiği manevi kuvvetin etkisiyle yapıcıdırlar. Milletler de böyledir. Manevi kuvvet özellikle bilim ve inançla yüksek bir biçimde gelişir. Öyleyse hükümetin en verimli ve en önemli görevi eğitim işleridir.’ M. K. ATATÜRK