Geçmiş zaman yazıları (10 Ocak 2005: Eğitimi AB’ ye entegre etmek*)

Abone Ol

Türkiye’ de başta Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) olmak üzere pek çok öğretim kurumu temsilcisinden oluşan ‘Yüksek Öğretim Kalite Kurulu’ nun Üniversiteleri çeşitli alanlarda ölçümleyip ülke ve dünya Üniversiteleri arasındaki yerini belirleyen ve her yıl yeni verilerle güncellenen bir çalışmasına rastladım geçtiğimiz günlerde…

Örneğin Mersin Üniversitesi, evrensel düzeyde ölçüm yapan tüm dünya Üniversitelerini ölçen URAP araştırma kurumunca dünya sıralamasında 2015 yılında 950. sırada yer alırken 2022' de 1820. sıraya gerilediği bilgisi, yasayla kurulan Kurul’un yayınladığı araştırmada yer alıyor..

Gerilemenin de ötesinde bir tabloyu yansıtıyor pek çok veriden derlenen sıralama…

Araştırmaya göz atarken, ‘eğitimi AB’ ye uyarlayarak ülkenin girdiği girdaptan kurtulabileceğini hayal ettiğimiz dönemi, o döneme özgü öneri ve beklentileri ele aldığım Ocak 2005’ te yayınlanan makaleme rastladım.

O makalenin önemli bölümlerini yeniden paylaşayım istedim…

Az gittik, uz gittik derken arpa boyu yol alamayıp geriye düştüğümüzü anlatması bakımından ilginç olduğu kadar hüzünlü bir öykü gibi de okuyabilirsiniz..

“EĞİTİMİ AB’YE ENTEGRE ETMEK…

(…)

AB sürecini iyimser gözlükle yorumlayanlara göre, yaşlanan AVRUPA’ nın insan kaynakları sorunu, eğitim almış vasıflı TÜRKLER’ in bu ülkelere akışıyla çözülebilir…

Hayali bile güzel, aslında mantık olarak ta kabul gören bu tezin pratikte gerçekleşme şansı var mıdır ve nedir?…Yanıt aramamız gereken soru bu…

Aslında genç ve eğitimli TÜRKLERİN AB’ye gitmesinde bugün bile yasal bir engel yok…

Sorun serbest dolaşımda değil, ülkemizde ne kadar eğitilmiş, kalifiye iş gücünün ve gencin bulunduğu sorusunun yanıtında yatmakta…

Ne yazık ki TÜRKİYE’ de ister kabul edelim ister etmeyelim çoğu şey gibi eğitim sistemi de iflas etmiştir.

Bugün ülkemizde taşın altına parmağını koymak zorunda olan kurumlar da dahil, sorumluluk taşıyanlar somut gerçekle yüzleşip, çözümler arama yerine, ülkenin değerli zaman ve enerjisini saçma gündemlerle boşuna harcayıp duruyorlar.

Kimsenin iş ve aş sorununa çözüm getirmeyeceği bilinmesine rağmen, TURBAN, İMAM HATİP, YÖK konuları öne çıkarılıp, asıl tartışılması gereken gerçekler göz ardı ediliyor…

TÜRKİYE gelecek 20 YILINA damgasını vuracak ve gerçek kurtuluşu anlamına gelecek asıl can alıcı konuyu; eğitim ile istihdam arasındaki ilişkiyi nedense gündeme taşımaya, gerçekle yüzleşmeye korkuyor…

Oysa her yıl 700 BİN yeni insanına iş alanı yaratmak zorunda olan bir ülke hele tarım kesimindeki gizli işsizleri de vasıflı hale getirip üretime dahil etmek istiyorsa, TÜM DOĞRU DİYE EZBERLETİLEN YANLIŞLARI BİR YANA BIRAKIP özellikle EĞİTİMİ farklı bir vizyonla ele almalıdır..

Sonuçta eğitim, bir gencin yaşam boyu hayatını idame ettirebilmesi için kazandırılacağı mesleki niteliklerle ilişkili.

Ve ne yazık ki mevcut haliyle Eğitim sistemimiz diplomalı, mesleksiz yeni vasıfsız işsizler ordusu yetiştirmekten başka işe yaramıyor… Sonuçta TÜRKİYE deki en geniş kesim “NE İŞ OLURSA YAPARIM ABİ!” diyen ve eğitildiği sanılan işsizlerden oluşuyor…

Mesleki öğretime daha ortaokul ve lise seviyelerinde önem vermediğimiz gibi, ANADOLU’ ya yayılmış Devlet üniversitelerinin durumu da ortada…

Neredeyse her kasabaya bir Üniversite mantığı ile gelinen noktada çevreme bakıyorum da çoğu EĞİTENİN KENDİSİ EĞİTİME MUHTAÇ durumdayken, “BU ÜNİVERSİTELERDEN YETİŞECEK GENÇLERİ HANGİ İSTİHDAM ALANINDA NASIL DEĞERLENDİRECEĞİZ?” sorusunun hiçbir yanıtı yok…

Bugün gelinen noktada üniversitelerden mezun 100 GENÇTEN ANCAK 15’İ iş bulabiliyor. Söz konusu Bu 15 KİŞİNİN ise sadece yüzde 10’U EĞİTİM GÖRDÜĞÜ İSTİHDAM ALANINDA ÇALIŞMA ŞANSINA SAHİP… Kısacası dünyanın başarı ölçüsü olarak kabul ettiği ‘EĞİTİM – İSTİHDAM’ ilişkisindeki ülke ortalaması üniversiteyi bitirenlerimiz için %1.5…

Başka deyişle, TÜRKİYE’DE ÜNİVERSİTEYİ BİTİREN HER BİN ÖĞRENCİNİN ANCAK 15’İ BİTİRDİĞİ OKULLA İLGİLİ BİR İSTİHDAM ALANINDA ÇALIŞMA ŞANSINA SAHİP…

Tabloya rağmen bizim mevcut eğitim sistemiyle yola devam etmemiz, genç ve eğitimli TÜRKLERLE AVRUPA’YI fethedeceğimiz yalanı, TÜRK’ÜN TÜRK’E AJİTE ETTİĞİ DİĞER YALANLARDAN FARKSIZ kocaman bir palavradır…

Yüzleşmemiz gereken gerçeklerimiz bu kadar da değil…

Anlı şanlı Rektörlerimiz ve YÖK bambaşka şeyler söylese de asıl gerçek şudur:

AB’ye katıldığımızda ÜNİVERSİTELERİMİZİN VERDİĞİ PEK ÇOK DİPLOMA İŞE YARAMAYACAK… Başka deyimle ÇOĞU DİPLOMANIN MUADİLİYETİNİN KABUL EDİLMEYECEĞİNE tanık olacağız…

Çünkü AB standartları, tanık olduğumuz kokoreç, sünnet veya salatalık gibi esprilerle sınırlı değil…

AB YAŞAM BİÇİMİNDE NASIL MALLAR STANDARTLARA BAĞLIYSA, OKUL SONUNDA ELDE EDİLEN DİPLOMALAR KARŞILIĞINDA VERİLEN HİZMETLER DE STANDARTLARA BAĞLI…

Bu anlamda TÜRKİYE’ nin eğitim sistemini acilen kalıcı ve AB vizyonuna uygun yeni bir anlayışla ele alması yapılandırması gerekiyor…

Bu sadece AB ile aramızdaki işçilerin serbest dolaşımının çözümü için değil, aynı zamanda TÜRKİYE’nin AB ile tam üyelikten amaçladığı, gelişmişliğe giden yoldaki sosyal dönüşümün başarılması için de şart…

Başlayacak müzakerelerdeki fırsatları, lehimize çevirmek, eğitimle başlayacak bir büyük dönüşümü gerçekleştirmek elimizde…

Üstelik eğitim konusu teşvik edilerek, GODOT’ YU BEKLER GİBİ BEKLEDİĞİMİZ YABANCI YATIRIMCILARI ÖZELLİKLE BU ALANA YÖNELTMEK MÜMKÜN…

Geliştirilecek ortak projelerle sadece kendi çocuk ve gençlerimize değil, ORTADOĞU’dan gelecek öğrenci potansiyelini değerlendirmek mümkün…

Örneğin MERSİN gibi kentlerde eğitime yönelik bölgesel kalkınma projeleri geliştirerek, çağını tamamlayan sanayinin ötesinde bilişime öncelik veren istihdam projelerine belli kentleri katma adına görülmemiş bir mucizeyi gerçekleştirebiliriz…

*10 Ocak 2005, Mersin (abdullahayan.wordpress.com)