(ÖREN-KERAMOS)
Körfezdeki ikinci günümü, Antik Dönem’deki adı Keramos olan Ören’de geçirdim. Örenli’lerin yaşadıkları yeri “Cennete açılan kapı” diye adlandırmaları hiç de abartılı olmasa gerek. Cıvıl cıvıl bir sahile sahip olan Ören’in plajlarında yüzen ve kafelerinde keyiflice oturan insanları gördüğümde, burasını adeta Avrupa’nın bir sayfiye yeri gibi hissettim. Bu medeni ve gürültüsüz sahilin sonunda avm olmayan güzel bir marina da yer almakta. Başınızı sahilden yukarı kaldırdığınızda da denize dik bir şekilde uzanmış, kayalık yamaçlı dağları göreceksiniz. Bodrum-Milas yolu üzerindeki Ören, Gökova Körfezi kıyısındadır. Yerleşim merkezi kıyıdan biraz içeridedir. Ören’e Akyaka köyünden 48 km’lik bir yolculukla Gökova Körfezi’nin kuzey kıyısını geçerek, Kıran Dağları’nın önünden de ulaşılmaktadır. Keramos’un adının anlamı çömlektir. Hellenistik çağda, Rodos egemenliğinde olan kent, M.Ö. 129 yılında Roma’nın küçük Asya eyaleti içinde yer alır ve sonraki dönemde önemini yitirir. Kayalık bir terasta yer iki önemli tapınağı görülür. tapınak alanının olasılıkla Zeus Krysaoreus’a ilişkin olduğu düşünülür.
Ören içinde bulunan Akyapı, Roma Dönemi’ne ilişkin büyük bir yapı kompleksidir. Gökova yoluyla gelenler, Ören’e ulaşmadan Meşekayası Dağı’nın arka kesimlerinde su kemerleriyle karşılaşmaktadır. Ören yolu üzerinde, bu kemerlerin dere yatağının üzerinden geçen üç gözü kalmış bir bölümünü rahatlıkla görebilirsiniz. Ören kasabası aslında doğrudan Keramos Antik Kenti’nin üzerine kurulmuş bir yerleşim yeridir. Bu sebepten dolayı da kasaba içinde çok farklı yerlerde antik kentten kalmış tarihi dokuyu görmeniz mümkün olacaktır. antik kentten günümüze oldukça sağlam kalmayı başarmış kalıntıları rahatlıkla görebilirler. Zeus Tapınağı, çeşme binası, Roma Tapınağı ve anıt mezarlar, tarihi yapılara ilgisi olanların kasabada görebilecekleri yapılardan bazılarıdır.
Keramos Antik Kenti 3000 yıl öncesine, taa Arkaik dönemlere kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın arkeolojik sit alanı olarak belirlediği ve kıyıdan biraz daha içeride olan antik kentte, yoğun bir çömlek üretimi olduğu düşünülür. Bu sebepten de Keramos ismini aldığı düşünülür. Attika – Delos Deniz Birliği’nin bir üyesi olan Keramos Antik Kenti, birliğe vergi veren kentlerdendir, Kentte M.Ö. 2.yüzyılda, üzerinde baş tanrı Zeus’un ya da yerel bir tanrının olduğu düşünülen sikkelerin basıldığına dair bilgiler de mevcutttur. M.Ö. 189 yılında Rhodos hakimiyeti altına giren kent, M.Ö. 129’da da Asia Eyaleti’nin bir parçası haline gelir. Kent, Roma ve Bizans dönemlerinde oldukça gelişir ve yoğun bir nüfusa ulaşır. Bizans döneminde bir piskoposluk merkezi haline gelen kent, dini bir kimlik kazanır ve önceki yüzyıllarda olduğu gibi yine öne çıkar.
Keramos Antik Kenti’nden günümüze ulaşan yapılar maalesef oldukça harap bir halde. Zeus Khrysareos Tapınağı kentin dışındaki bir tepenin hemen üzerinde yer alıyor ama günümüze tapınaktan neredeyse hiçbir kalıntı kalmamış. Dikkatimi çeken harap görüntülerden bir tanesi de yapı kalıntısının duvarının kümes olarak kullanılması oldu. Aynı yapının çevresi de dikenli tellerle ve balık ağlarıyla çevrilerek, yapının tam ortasına sebze ekilen bir bahçeye dönüştürülmesi oldu. Yapıyı gezmek istediğimde bu engelleri yapıya ekleyen ve aynı zamanda bu arazinin de sahibi olan köylü; “Devlet bize sit alanı olmayan yerden bir arsa verse de biz de oraya yerleşsek.” Dedi. Hatta, müzeye bu konuda dilekçe yazdığını da ifade etti. Kendisiyle yapı kalıntılarını gezdiğimde, bana çok ilginç ve dikkat çekici yapılar da gösterdi. Bir takım yazıtların ve kabartmaların da olduğu bu kalıntılardan müze yetkililerinin bilgisi olup olmadığını sorduğumda, kendisinden çok da net cevaplar alamadım. Müze yetkililerin kesinlikle bu eserlerden haberdar olmaları gerektiğini kendisine salık vererek sonraki durağım olan Çökertme köyüne doğru yöneldim…