“Temel ilke, Türk milletinin onurlu ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar insanlık dünyası karşısında uşak olma konumundan daha yüksek bir muameleye layık olamaz. Yabancı bir devletin koruma ve kollayıcılığını kabul etmek; insanlıktan yoksunluğu, güçsüzlük ve uyuşukluğu kabul etmekten başka bir şey değildir. Gerçekten bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, başlarına isteyerek bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Oysa Türk’ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve çok büyüktür. Böyle bir millet, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. O halde, ya istiklal ya ölüm! İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır." Mustafa Kemal Atatürk bu sözlerle, "Türk milletinin onurlu ve şerefli bir millet olarak yaşaması" için yola çıktı ve Türk milletine duyduğu sarsılmaz güven ve inanç ile büyük zaferi kazandı.
Vahdettin ise, 24 Kasım 1918’de The Daily Mail muhabiri G. Word Price’e verdiği bir demeçte şöyle diyordu: “İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı, Kırım Harbi’nde İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Şimdi bu sebepten memleketim ile Büyük Britanya arasında, öteden beri mevcut dostane münasebetleri yenileyip, kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım."
15 Temmuz 1919’da The Morning Post gazetesine verdiği demeçte ise şöyle diyordu: “Sevgili babam Sultan Abdülmecit, İngiltere’nin büyük dostu ve bu memleket ile Fransa’nın müttefiki idi. Ben daima İngiltere’ye hayranlık besledim. Daima İngiltere’ye dost bir siyasetin destekçisi oldum. Biz; İngiliz milleti ile hükümetinin, insaf ve insanlık duyguları ile adaleti temin için bize yardım edeceklerini ümit etmekteyiz.”
Bir tarafta işgalcilere karşı direniş başlatan ve bağımsızlık savaşı veren Mustafa Kemal Atatürk; diğer tarafta ise kurtuluşu işgalcilerin insafına bırakan bir padişah... Tarih hocası Fesli Kadir olmayan herkes bilir ki Vahdettin bu millete ihanet etmiş, kurtuluşu düşman kuvvetlerine teslim olmakta görmüş, kendi çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmuştur. Buna rağmen, son yıllarda bir Vahdettin sevdasıdır gidiyor. Hatta daha ileri giderek, Vahdettin'in Milli Mücadele'yi başlatmak için Atatürk'ü görevlendirdiğini söyleyenler de görüyoruz. Maalesef bu safsataya ciddi anlamda inananların sayısı da az değil. Okuyan, araştıran bir millet olmadığımız ve tarihi bu şekilde kulaktan dolma bilgilerle öğrendiğimiz için kendi geçmişimizi bilmiyoruz. Bu yüzden geleceğimize yön verme konusunda da yanlış adımlar atıyoruz.
Peki nedir bu Vahdettin sevdası? Neden dönem dönem ortaya atılan bir isim olagelmiştir hep? Aslında yeni çıkan bir şey değil. Tıpkı Abdülhamid gibi ya da şu sıra moda olan Şeyh Said gibi Vahdettin de Cumhuriyet düşmanları tarafından sıkça anılır. Bunların tarihsel olarak birbirleriyle bağları sınırlı olsa da tartışma konusu olmaları ve sürekli karşımıza çıkmalarında ortak bir amaç vardır: Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı. İçimizde Cumhuriyet'in kuruluşundan beri bu yönetim şeklini istemeyen, benimsemeyen bağnazlar ve hainler olagelmiştir. Bunlar, belirli iktidarlar döneminde seslerini daha fazla yükseltebilmişlerdir. İçinde bulunduğumuz dönem ise iktidarı ele geçirdikleri dönemdir. Bu sebeple artık "Vahdettin hain midir?" tartışmaları da daha farklı bir boyuta taşınıp, "Vahdettin'e hain diyenler yargılanacak." seviyesine ulaşmıştır.
Atatürk'e açık açık hakaret edemeyenler, Vahdettin'i aklamaya çalışarak bunu elde etmeyi amaçlamışlardır. Osmanlı'yı ilahlaştırmak ve imkan buldukça hilafeti savunmak; sistematik bir şekilde Cumhuriyet'e saldırma yöntemleridir. Vahdettin'in yeri bu yüzden önemlidir. Çünkü Milli Mücadele'nin Vahdettin'in görevlendirmesiyle yapıldığı inancını yaymak, Atatürk'le ve Cumhuriyet'le olan savaşlarının bir parçasıdır. Şöyle düşünün; Vahdettin, Atatürk'e gizli bir görev verip Anadolu'ya yolluyor. Atatürk bu görevle Milli Mücadele'yi örgütlüyor ve ülkenin bağımsızlığını kazanıyor. Sonrasında ise Vahdettin kaçıyor. Neden? Bu senaryodan bakarsak ihanet eden Atatürk gibi görünür. Gücü eline alınca Osmanlı'ya ihanet edip, hilafet makamını ortadan kaldırıyor. İşte Vahdettin'in hain olmadığı yalanını yayma amaçları bu; üstü kapalı olarak Atatürk'ün hain olduğunu söyleyebilmek. Yüz yıldan fazladır, ihanet içinde verdikleri savaşı bu şekilde yürütüyorlar. Cumhuriyet'i yıkmak ve Ortadoğu coğrafyasında bir kişinin, hatta mümkünse bir ailenin yönettiği; halkın her anlamda sömürüldüğü, dinci yalanlarla kolayca kandırılabildiği bir toplum yaratmak. Bu yüzdendir Atatürk'e düşmanlıkları ve bu yüzdendir hainleri savunmak için verdikleri savaş.
Şimdi, aynı senaryo üzerinde biraz daha düşünelim. Vahdettin Atatürk'e gizli bir görev verip Anadolu'ya yolluyor. Milli Mücadele sonrası Atatürk Osmanlı'ya ihanet edip Vahdettin'in hain olduğunu söylüyor. Vahdettin'in ülkeden ayrılışı, 1922 yılında bir İngiliz zırhlısı ile oluyor. 1926'da ise ölüyor. Her yere demeçler veren Vahdettin, neden hiçbir yerde "Atatürk'e bu görevi ben verdim, Atatürk ise bana ihanet etti." dememiştir. Eğer savunulan senaryo gerçek olsaydı Vahdettin'in bunu dile getirmesi gerekmez miydi?
Aslında bu yalanı söyleyenler de Vahdettin'in hain olduğunu biliyorlar. Buna rağmen savunma amaçları; Vahdettin gibi, kendilerinin de hain olmalarından kaynaklanıyor. Amaçları ise Cumhuriyet'i yıkmak ve sömürü düzenlerine daha uygun bir yönetim şekli getirmek. Şu an için güçlerinin yettiği ve %51 çoğunluk ile getirdikleri ucube yönetim şekli buna örnektir. Ellerinden gelen her türlü kötülüğü yapmış olmalarına rağmen, cehaletimiz üzerinden destek bulsalar da bu milletin Atatürk sevgisini söküp atamıyorlar. Bu yüzden ölüsünden bile korkuyorlar ve bu yüzden amaçlarında asla başarılı olamayacaklar.