Yaşam

İnsan ve Muz DNA'sının Yüzde 60 Ortak Olduğu İddiası

Sosyal medyada 2017 yılından bu yana dolaşımda olan paylaşımlar, muzun DNA’sının insan DNA’sıyla yüzde 60 oranında ortak olduğunu iddia ediyor.

Abone Ol

İddia Twitter, Facebook ve Instagram başta olmak üzere farklı platformlarda sürekli yaygınlaşmış. Bazı paylaşımlarda ise benzerlik oranı yüzde 50 olarak verilmiş.

İddia terminolojik bir hatadan kaynaklanıyor

Anahtar kelimelerle Türkçe ve İngilizce arama yaptığımızda konuyla ilgili çeşitli bilgilere ulaşılıyor. Bu aramaların sonucuna göre iddia, DNA ve gen kavramlarının karıştırılmasından doğan terminolojik bir hatadan kaynaklanıyor. 

Bu kavram karmaşasını sürdürmemek için yazıya başlamadan önce kullanılacak bazı biyolojik kavramları açıklamakta fayda olabilir. Bunlardan başlıcaları genetik benzerlik, DNA, genom ve gen. 

DNA, “dünya üzerindeki bütün canlılarda bulunan ve biyolojik özelliklerin yavrulara aktarılmasını sağlayan bir molekül.” 

İçinde genetik bilgili saklamak için birçok molekül barındıran DNA’nın birimlerinden biri de gen. Genler, DNA’nın içinde bulunan ve belirli fiziksel özellikleri tanımlayıp belli görevleri yapmakla sorumlu bölgeler diye tanımlanmış. Gen için kullanılan başka bir tanım ise “belirli bir protein ya da protein setini yapmak için talimatlar taşıyan DNA birimi” olarak karşımıza çıkıyor. 

Türler ve bireyler arasındaki benzerlikleri belirlemek için genlere bakılabileceğini belirten Evrim Ağacı’na göre, bireyler arasındaki genetik benzerlik yüzde 99,92 ila 99,98 olarak değişirken DNA için aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Genom, “bir organizmanın tam DNA seti”ni ifade ediyor. Gen benzerliği için ise iki farklı olasılık sunuluyor: “Ele alınan iki türün ya da tür grubunun genomlarının benzerlik oranı” veya “Bu tür veya tür gruplarının sadece belli başlı gen bölgelerinin birbirine benzerliği."

İnsan ve muz arasındaki benzerlik oranı aslında ne anlatıyor?

İnsan DNA’sının muz DNA’sıyla karşılaştırıldığı ilk araştırma karşımıza Ekim 1990’da başlayıp Nisan 2003’te sonlandırılan The Human Genome Project (İnsan Genomu Projesi) ile çıkıyor. 

Amerika Birleşik Devletleri’nde 1989 yılında kurulan bir kamu kuruluşu Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü’nün (National Human Genome Research Institute) internet sitesinde yer alan bilgiye göre proje uluslararası bir araştırmacı grup tarafından yürütülmüş. Enstitü, insan genomunun ilk dizisini oluşturmayı başaran projenin biyoloji ve tıp alanında yaşanan gelişmelerin öncüsü olduğunu belirtmiş.

Proje kapsamında ABD’de bilimsel konuların işlendiği popüler bir dizi olan Nova’ya konuk olan MIT Profesörü Eric Lander, 17 Nisan 2001 tarihinde yayınlanan “Cracking the Code of Life (Hayatın Kodunu Kırmak)” adlı bölümde şu ifadeleri kullanıyor: 

Muhabir: Bizde muz genlerinin yüzde 50’si mi var?
Lander: Senin muzdan ne farkın var?
Muhabir: Öyle hissediyorum ki, ve bunu biraz da otorite olarak söyleyebilirim, muzdan çok farklıyım.
Lander: Farklı hissedebilirsin - 
Muhabir: Ben muzu yiyorum.
Lander: DNA’nın replikasyonunu, hücre döngüsünü ve hücre yüzeyini kontrol eden, besinleri üreten tüm mekanizmalar. Bunların hepsi aynı.

Aslında bu söyleşide Lander, “Belirli görevler üstlenen mekanizmalar”ı DNA’dan ayırarak iddianın doğru kurgulanmadığı hakkında ipucu veriyor. Yani Lander insan ve muzun DNA’larının değil, DNA replikasyonu ve hücre döngüsü kontrolü gibi işlevlerden sorumlu genlerinin yüksek oranda ortak olduğunu ima ediyor. 

Daha detaylı bir açıklama ise bir yıl sonra Londra’dan geliyor. Büyük Britanya Kraliyet Enstitüsü Bilim Medya Merkezi’nde görev yapmış bilim muhabiri Mark Peplow, New Scientist adlı bilimsel dergiye yazdığı 31 Ağustos 2002 tarihli ve “İnsanlar muz değildir” başlıklı yazısında genetik benzerliği karşılaştırmanın birçok yolu olduğunu belirtmiş. Peplow, bu karşılaştırma yapılırken yaşanan kafa karışıklığını şu şekilde açıklıyor:

“Genetik benzerliği karşılaştırmanın birçok farklı yolu var. Örneğin, insanların genetik olarak şempanzelerle neredeyse aynı olduğu şeklindeki sık sık alıntılanan gerçek, şempanzelerle paylaştığımız sadece birkaç gen tarafından kodlanan amino asitlerin analizinden gelir. Bu amino asitlerin yüzde 98'i aynıdır.

İnsanlar ve muzlar için yüzde 50 rakamı, kabaca, genlerimizin yarısının muzda muadili olduğu anlamına gelir. Örneğin, her ikimizde de hücre büyümesini kodlayan bir tür gen var, ancak bunların aynı DNA dizilerinden oluşması gerekmiyor.”

Peplow bu yazısında, genetik benzerliği değerlendirirken sadece DNA’ların ortaklığının değil, genlerin ve genler tarafından kodlanan amino asit gibi yapıtaşlarının ortaklığının da dikkate alınabileceğini vurguluyor. Yazıdan genetik benzerliğin geniş tanımı (aynı işlevi gören genler) ve dar tanımı (özdeş DNA dizileri) dikkate alındığında yapılan karşılaştırmaların farklı sonuçlar vereceği çıkıyor. Buna göre iki tür arasında çok yüksek oranlarda gen benzerliği bulunsa bile DNA dizilerinin aynı olması şart değil. 

Bir hesaplamalı biyolog olan Dr. Natasha Glover da Dessimoz Lab adlı araştırma grubunun internet sitesine yazdığı 8 Aralık 2020 tarihli ve “Muz Varsayımı” başlıklı yazısında bir insanın “genetik materyalinin” yüzde kaçını muz ile paylaştığı sorusuna cevap arıyor. 

Glover, üç başlığa vurgu yapıyor: Bu yüzdelik nereden geldi, “paylaşılan genetik materyal”den kastımız ne, iddialara son vermek üzere ortaya konulacak sonuçlar ne? İnsanın DNA’sının yüzde 50’sini muzla paylaştığı ifadesinin çok az anlam ifade ettiğini söyleyen Glover, ulaştığı sonuçları şu şekilde sıralıyor:

“Tüm canlı organizmalar ortak bir atadan türemiştir ve bu nedenle tüm canlı organizmaların bazı ortak genleri vardır. Kaç genin ortak olduğunu belirleyen şey, iki türün ne kadar eski bir ortak ataya sahip olduğuna bağlıdır. İnsan ve muz (daha spesifik olarak insan ve muza yol açan ortak atalar) yaklaşık 1,5 MİLYAR yıl önce ayrıldı. Bu nedenle, genlerin çok daha azının korunmasını bekleriz.

‘Paylaşılan DNA’, bir dizi şeye atıfta bulunuyor olabilir: Protein kodlayan genler, kodlamayan genler, yer değiştirebilen elementler, tüm genom dizilişinde hizalanan yüzde, vb. Bu spesifik özelliklerin her biri farklı oranlarda gelişir ve bu nedenle herhangi bir tür arasında az ya da çok korunacaktır.

Dilimizde kesin olmaya özen göstermeliyiz. ‘Paylaşılan genetik materyal/DNA/genom’ yüzdesini verdiğimizde ne demek istediğimizi açıklığa kavuşturmalıyız. Ben protein kodlayan genlerin yüzdesinin şu anda evrimsel olarak uzak türleri karşılaştırmanın en iyi yolu olduğunu savunuyorum.”

Glover, türler arasında benzerlik ararken hangi özelliklerin karşılaştırıldığına dikkat edilmesi gerektiğini vurguluyor. Literatürde yapılan bu tür çalışmalarda “paylaşılan DNA”dan kastın aslında DNA’da bulunan genlerin ve elementlerin ortaklığı olduğunu belirten Glover, meslektaşlarını yanlış anlaşılmalara yol açmamak için kullandıkları kavramlar konusunda daha açık ve dikkatli olmaya çağırıyor.

Ayrıca Teyit’in ulaştığı Evrim Ağacı’ndan Çağrı Mert Bakırcı da muz ve insan DNA’sının benzerliği için verilen yüzde 60’lık oranın karşılaştırmanın nasıl yapıldığına bağlı olarak değişeceğini belirtti:

“Önemli olan, türleri benzer şekillerde karşılaştırmak. Yani insan ve şempanzeyi karşılaştırırken nükleotit nükleotit dizilime bakıyorsanız ama insan-muz benzerliğinde sadece gen kodlayan eksonlara bakıyorsanız elde edeceğiniz yüzdeler birbiriyle kıyaslanamaz olur.

İnsan ve muz genomundaki genlerin yüzde 60'ı benzer fonksiyonlara sahip genlerden oluşuyor. Ama bu yüzde 60 sayısı, şempanze-insan kıyaslamasındaki yüzde 98,77 sayısıyla aynı sayı değil. Çünkü ikincisinde, iki genomu yan yana koyup, nükleotit nükleotit kıyaslıyoruz. Bunu yapabiliyoruz, çünkü iki canlı (insan ve şempanze) sadece 6 milyon yıl önceki bir atayla birbirlerine bağlanıyorlar, birbirine inanılmaz benzerler, genomları da ayırt etmesi güç olacak düzeyde aynı. Ama insan ve muzda böyle bir kıyaslama yapamıyoruz, çünkü biri Hayvanlar Alemi altında, diğeri Bitkiler Alemi altında; iki canlının ortak atası 1.5 milyar yıl önce yaşamış ve dolayısıyla birbirinin homologu olan genler bulmak bile zor olabiliyor. O nedenle bu kadar uzak akrabalarda fonksiyonel bir kıyaslamaya gidiyoruz ve o yüzde 60 benzerlik oradan geliyor.


Muzlarda kromozom sayısı 22, 33 veya 44 olabiliyor ama insanda 46; dolayısıyla muzdaki bazı genleri insanda bulamazsınız bile (ve tam tersi). Dolayısıyla birebir aynı sekanstaki nükleotitleri sayacak olursanız, oran yüzde 1-2'lere kadar düşebilir.”

Yani insan ve muzun DNA’larının sahip olduğu farklı biyolojik özelliklere vurgu yapan Bakırcı, fonksiyonel bir kıyaslamada yüzde 60 oranının elde edilmesinin mümkün olduğundan bahsederken başka durumlarda ortaklık oranının yüzde 1 ila 2’ye düşeceğini ekliyor.

Teyit, iddiayla ilgili Genetik Mühendisi Dilara Sarı’ya da ulaştı. Bu karşılaştırma yapılırken DNA’nın bütününün değil protein kodlama bölgelerinin değerlendirmeye alındığını belirten Sarı, şu açıklamada bulundu:

“Bu karşılaştırma yapılırken protein kodlama bölgeleri değerlendiriliyor yani bu genomun yüzde 2’sini oluşturuyor. Bu kısımda genlerimizin yüzde 60’ı muz ile benzer ve bu yüzde 60’ın amino asit dizilimlerini karşılaştırdığımızda ise yüzde 40’ı birebir aynı. Totale vurduğumuzda aslında tüm DNA’mızın yaklaşık yüzde 1’ini paylaşıyoruz. Bu genlerin ortak olmasının sebebi ise hayatsal fonksiyonlar, örneğin oksijen tüketimi.”

Bu açıklamadan DNA’nın sadece yüzde 2’lik kısmını oluşturan protein kodlama bölgelerinin muz ve insanda yüzde 60 oranında benzer olduğu anlaşılıyor. Bu yüzde 60 oranındaki genlerin amino asit dizilimi karşılaştırıldığında insan ve muzda yüzde 40’lık ortaklık karşımıza çıkıyor. Ancak bu oranlar DNA’nın bütünü dikkate alındığında insan ve muz örneğinde sadece yüzde 1’lik bir ortaklığa denk düşüyor. 

Özetlemek gerekirse; muzla insan ortaklığı DNA dizi benzerliğine değil; genetik benzerliğin daha geniş tanımlarından yola çıkarak protein genlerine dayanıyor.

Yapılan bu terminolojik hata nedeniyle iddiada verilen yüzde 60 oranı, muz ve insanın paylaştığı özdeş DNA dizileri baz alındığında gerçekte olduğundan çok daha büyük bir oran olarak karşımıza çıkıyor. Oysa benzer rakamları veren çoğu araştırma, bu karşılaştırmayı yaparken aslında DNA dizilerini değil, protein kodlayan genleri baz alıyor. Bu konu üzerine araştırma yapan bilim insanları; türler arası genetik benzerlikten söz edilirken gen, genom ve DNA gibi kavramlar arasındaki ayrımın iyi yapılması gerektiğini vurguluyor. 

Bulgular

  • İnsan ve muz DNA’sında yüzde 60 benzerlik iddiası terminolojik bir hataya dayanıyor.
  • Genetik benzerlik karşılaştırılırken yapılan hataların sebebi gen, genom ve DNA gibi kavramların yüzdelikler verilirken açıkça yazılmaması.
  • İnsan ve muz genlerindeki protein kodlama bölgeleri karşılaştırıldığında yüzde 60’lık bir benzerliğe ulaşılabilir. Yani DNA replikasyonu ve hücre döngüsü kontrolü gibi işlevlerden sorumlu genlerin yüksek oranda ortak olduğu söylenebilir.
  • Evrim Ağacı'ndan Çağrı Mert Bakırcı'ya göre insan ve muz gibi uzak akrabalarda fonksiyonel bir kıyaslamaya gidiyoruz ve o yüzde 60 benzerlik oradan geliyor. Bakırcı'ya göre birebir aynı sekanstaki nükleotitler sayılacak olursa, oran yüzde 1-2'lere kadar düşebilir.
  • Genetik Mühendisi Dilara Sarı'ya göre "Bu karşılaştırma yapılırken protein kodlama bölgeleri değerlendiriliyor yani bu genomun yüzde 2’sini oluşturuyor."
  • Sarı'ya göre totale vurulduğunda insan ve muz, DNA'larının sadece yaklaşık yüzde 1'ini paylaşıyor.