Kıyılarının toplam uzunluğu 321 kilometreyi bulan bir şehirdir Mersin. Bu uzun,
turkuaz renkli kıyıların doğal güzelliğinden bahsetmemek elbette olmaz ama benim ilgimi
öteden beri Mersin'deki kıyılarımızın tarihle bütünleşen, kaynaşan dokusu çekiyor. Mersin'in
herhangi bir kıyısında veya koyunda tarihi bir dokuya rastlamamak pek olası değildir.
Mersin'in şehir merkezinin içinden itibaren bu özellik göze çarpmaya başlar. Merkez ilçe
Mezitli'nin içinde yer alan Soli (Pompeiopolis) antik kenti bunun en belirgin
örneklerindendir. Her geçen yıl Pompeiopolis yapılan kazılarla daha da gün yüzüne
çıkartılıyor. Özellikle 'Sütunlu Cadde ' yapılan çalışmalarla Mersin'in simgesi olacak bir
görselliği bünyesinde barındırıyor. Yüksek sitelerle çevrili olan antik kentin tarihi limanı,
Mersinlilerin Taşkıran diye adlandırdıkları incecik kumlu plajıyla yan yana oldukça güzel bir
görüntü sergiler.
Mersin'e elli km uzaklıktaki Elaiussa Sebaste (Ayaş) de plajlarla iç içe geçmiş, M.Ö. 2.
yüzyılda kurulmuş antik bir Roma şehridir. Zeytin yetiştirmesiyle ünlü bu şehrin kıyısında
antik dönemden kalma hamamlar, agora, tiyatro, bazilika, Bizans Sarayı ve Bizans sarnıçları
şehrin önemini gözler önüne serer.
Elaiussa Sebaste'den beş km daha batıya gidildiğindeyse sadece Türkiye'nin değil belki
de dünyanın en güzel tarihi dokuyla kıyıları birleşmiş antik kenti Korykos'a ulaşırsınız.
Günümüzde Kızkalesi diye adlandırılan Korykos hem denizdeki hem de karadaki kalesiyle
görenleri büyüler. Burada denize girdiğinizde, karşınızda efsanelere konu olan Kızkalesini,
sola döndüğünüzde karadaki kaleyi görüp kendinizi adeta tarihi dönemlere ışınlanmış gibi
hissedersiniz. Kaleler, yapılan restorasyon çalışmalarıyla son derece estetik ve aslına uygun
bir görünümü yakalamış. Eserlerin ışıklandırılması, burayı geceleri ayrı bir görsel şölene
dönüştürür.
Mersin'in kıyılarındaki tarihi doku bazen de kıyıdan adalara geçer. Bunun en güzel
örneklerini Boğsak ve Dana adalarında görebiliriz. Kilikialılar'ın bir dönem yerleşim yeri
olarak kullandıkları Boğsak adasında, Roma ve erken Bizans dönemlerine ait evler, mezarlar,
sarnıçlar ve kilise kalıntıları vardır. Sakin, huzurlu ve gözlerden uzak Boğsak koyundan tarihi
kalıntılarla dolu adayı izlemek ne büyük bir ayrıcalıktır.
Bugünkü adıyla Dana adası olarak bilinen antik Pithyussa Kenti, ticaret yeri olarak
kullanılan bir liman kentiymiş. Doğu Akdeniz'in en büyük ve en güzel adasında üç-dört tane
koyla birlikte kilise, kral mezarları ve lahit kalıntıları vardır. 2016'da bulunan 3200 yıllık
tersane, dünyanın arkeolojik olarak kanıtlanabilen en büyük tersanesi olarak kayıt altına
alınmış. Sadece huzuru ve dinginliği hissedeceğiniz bir seyirle bu güzel adayı karşıdaki
ormanlık alandan çam ağaçlarının esintisi içinde izlemek tarifsiz bir mutluluktur.
Dana adasının yedi km batısındaki Tisan yarımadası içinse ayrı bir parantez açmak
gerekir. Yeşille maviyi birleştiren ve Akdeniz'in saklı cenneti olarak anılan yarımadanın
üzerindeki koy dünyanın en güzel 13. koyu seçilmiş. Silifke-Anamur karayolunun 35.
kilometresinden güneye ayrılan bir yolla yarımadaya ulaşılır. Yarımadadaki koy aslında antik
Aphrodisias liman kentinin bulunduğu tarihi bir bölgedir. Afrodit'e adanmış antik kentte
şövalye evleri, sarnıçlar, nekropol ve tabanı tamamen mozaiklerle kaplı St. Pantaleon Kilisesi
gibi antik kalıntılar vardır. M.Ö. IV. yüzyıla ait kilisenin tabanındaki mozaikler geometrik
şekiller, bitki ve karabatak, keklik, ördek gibi yöreye ait kuş motifleri ile süslenmiş.
Sessizliğiyle, doğasıyla, tarihiyle ve masmavi deniziyle, Tisan yarımadası gerçekten insanı
kendisine bağlayan, vazgeçilmez bir yer.
Mersin'den 173 km batıdaki Aydıncık ilçesinin içinde yer alan Kelenderis Antik Kenti
yine kıyılarımızla buluşan önemli bir liman ve ticaret şehridir. Fenikeliler zamanında
kurulduğu düşünülen Kelenderis kentindeki kazılarda akropol, agora ve tiyatro gibi yapıların
dışında 1989'da ortaya çıkarılan Kelenderis Mozaiği en dikkate değer eserdir. Bin beş yüz yıl
önce yapıldığı tahmin edilen 12 metre uzunluğundaki mozaiğin üzerinde iki yelkenlinin
bulunduğu bir liman betimlemesi yer alır.
Denizin tarihle buluştuğu yerlere Mersin'de verebileceğim son örnek Anamur ilçesine
adını veren Anemurium antik kentidir. Anamur'un 6 km güneybatısındaki antik kentin adının
' rüzgarlı burun' anlamına geldiği antik kaynaklarda belirtilir. Kentte yaz sıcağında bile
rüzgarın hiç kesilmemesi bu ismi almasında etkendir. Kent denizle o denli iç içedir ki bugün
kentin denize yakın kısımları denize gömülmeye başlamış maalesef. Dalgalar antik kente ait
sütunları, lahitleri yavaş yavaş içine çekmeye başlamış. Birçok medeniyetin buluştuğu kentin
tarihi M.Ö. 4. yüzyıla kadar uzanır. M.S. 1. yüzyılda çevresinde ilk kez surların yapıldığı kent
Anadolu'nun en güneyinde yer alır. Kıbrıs'a olan yakınlığı, buranın Romalılar döneminde ara
bir istasyon olarak kullanılmasını sağlamış. 12. yüzyıldan itibaren kent Türk hakimiyeti ile
tanışmış. Kentteki 350 mezardan oluşan nekropol Anadolu'da en iyi korunan
nekropollerdendir. Ayrıca su kemerleri, tiyatro, odeon, hamam ve mozaikler görülmesi
gereken yerlerdendir. Bu güzelliklere karadan ulaşmak mümkün olduğu gibi, Anamur
iskelesinden kalkan tekne turlarına katılıp kenti denizden izlemek de çok keyifli olacaktır.
Mersin'in tarihle buluşan turkuaz renkli kıyıları bu anlattıklarımla sınırlı değil
elbette. Bunlar belki de ilk akla gelenler. Neresinden bakarsanız bakın Mersin kıyılarının
hepsinde yüzyıllara dayalı yaşanmışlıklar var. Günümüzde aynı kıyılar cazibe merkezleri
olmaya devam ediyor. Maviden, denizden ve kıyılardan bu kadar söz ettikten sonra artık
Orhan Veli'ye kulak vermenin zamanı gelmiştir:
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere…