PANOPTİKON
İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham'ın 1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane inşa modeline verdiği, bütünü gözetlemek anlamına gelen isimdir. Tasarıma göre gözetleme kulesinden tüm mahkum hücreleri gözetlenebilecek, ancak mahkumlar gözetleyeni göremeyecekler. Mahkumlar ne zaman gözetleniyor, ne zaman gözetlenemiyor bilmediği için günün yirmi dört saatinde gözetleniyormuş gibi düşünüp davranışlarını ona göre düzenleyecek ve otoritenin beklentilerine uygun davranacaklar.
Panoptikon kavramı günümüzde, toplum biliminde önemli bir kavram olup, Bentham’ın kuramından daha geniş anlamlarda kullanılmaktadır.
Dünyanın çevresine yerleştirilen binlerce uydu, evlere kadar girmiş güvenlik kameraları, dijital teknolojinin internet üzerinden, kredi kartları, cep telefonları ve bilgisayarlarla her anımızın takip edilmesini sağlamaktadır.
Bentham’ın hayal bile edemeyeceği bir bütüncül gözlem dünya üzerinde kurulmuş durumda. Bu atmosfer insanların davranışlarını büyük oranda otoritenin beklentilerine uygun hale getirmekte ve uymayanların da kısa zamanda yakalanıp hizaya getirilmelerini yol açmaktadır. Bentham’ın düşündüğü büyük oranda gerçekleşmiş oluyor ama hesaba katılmayan bir şey daha devreye girebiliyor: Tarihte ve günümüzde sıkça gördüğümüz gibi her otoritenin istediği, insan, toplum ve tabiat için iyi şeyler olmayabiliyor.
Panoptikon sadece otoritenin isteği ve dayatmasıyla olsaydı bu kadar yaygın ve başarılı olmayabilirdi. İnsanların çeşitli nedenlerle kendini gözetletmekte gönüllü olmaları bunu kolaylaştırdığı gerçeği önümüzde durmaktadır.
Yaygın sosyal medya uygulamalarına üye olan milyarlarca insanların herkese açık görsel ve yazınsal paylaşımlarına baktığımızda ne demek istendiği yeterince anlaşılacaktır.
Eskilerde kalan ama çarpıcılığını hala yitirmeyen bir televizyon programı da gönüllülüğe iyi örneklerden biridir: ‘Biri Bizi Gözetliyor’.
Bir eve toplanan insanların 24 saatlik yaşantısı televizyon izleyicilerinin önüne sürüldüğü ve seyircinin oyları ile gün be gün azaltılıp sonunda kalanlara çeşitli ödüller verildiği program.
Bu olayda iki taraftan söz etmek mümkündür. Bir yanda kendi yaşamını gözler önüne seren, kendini ‘röntgenleten’ gönüllüler varken diğer yanda bunları büyük bir hevesle ‘röntgenleyen’ meraklı izleyiciler…
Diğer yandan ‘güvenlik’ kameraları ile yaşamın her alanı ve anı yirmi dört saat ‘röntgenleniyor’ ve kayıt altına alınıyorsa bunda insanın gönüllüğü önemli rol oynadığı yadsınamaz.
‘Güvenlik’ bir bahane gibi görünse de ondan öte şeyler de olsa gerek…
Mesela kendini ve etrafını kontrol etme ihtiyacı bunlardan biri olabilir…
Sosyal medya kullanımı ve kendini gönüllü gözetletmede de, insanın kendini başkasında tanıması yanı sıra sosyal onay gereksinimi rol oynayabilir.
Ve işin trajik yanı, bu insani ihtiyaçları keşfeden her türlü otorite, gönüllü kontrolün ve onun kolaylaştırdığı biatın yollarını bulmuş oluyor…
Ve de böylece, Orwell’in 1984’ü, insanların bu gönüllü desteği ile kehanet olmaktan hızla uzaklaşıyor.