Tolstoy mu, Dostoyevski mi?

Abone Ol

Tolstoy; 9 Eylül 1828'de, Moskova yakınlarında bulunan Yasnaya Polyana Malikanesi'nde, aristokrat bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Küçük yaşlarda annesi ve babasını kaybedince akrabaları tarafından büyütüldü. 'Savaş ve Barış', 'Anna Karenina' gibi dev romanlarıyla bilinir. Bunların yanı sıra; 'İvan İlyiç'in Ölümü', 'Diriliş' gibi Hristiyanlık ve kilise hakkında ağır eleştiriler yaptığı romanlarından dolayı, Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilir. Son yıllarında zamanının çoğunu; din, ahlak, toplum ve sanat üzerine yazmaya harcamış, yazar kimliğinin yanında ahlaki bir lider olarak da ün salmıştır. Paris'te halka açık bir infaza tanık olduktan sonra; 'Gerçek şu ki, devlet yalnızca sömürmek için değil, her şeyden önce vatandaşlarını yozlaştırmak için tasarlanmış bir komplodur... Bundan böyle, hiçbir yerde hiçbir hükümete hizmet etmeyeceğim.' diyerek şiddet karşıtlığını savunmuş ve Gandhi'yi etkilemiştir. Tolstoy'dan tavsiyeler alan Mahatma Gandhi, kötülüğe karşı aktif ama şiddetsiz bir direniş ile sömürü düzenine karşı çıkmış ve Hindistan'ı bağımsızlığa kavuşturmuştur. Tolstoy, son dönemlerinde hayatı ve düşünceleri arasında tutarsızlık olduğunu düşündüğü için; servetini bırakarak, sade bir hayat yaşamaya başlar. Bu konudaki radikal değişimi; ailesiyle, özellikle de eşiyle arasının açılmasına sebep olur. Kış ortasında evi terk edip, hasta düştükten sonra; Astapovo'da bir tren istasyonunda zatürreden ölür.

Dostoyevski; 11 Kasım 1821'de, Moskova'da doğdu. Çocukluğu Moskova'daki bir lojmanda, zorba ve alkolik bir baba ile hasta bir anne arasında geçti. 1837 yılında annesini, kısa bir süre sonra da babasını kaybeden Dostoyevski, sara nöbetlerinin ilkini bu dönemde yaşadı. İlk romanı 'İnsancıklar', edebiyat çevreleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı. 1849'da, Çar 1. Nikolay'ın baskıcı yönetimine karşı, devlet aleyhine bir komploya karıştığı için tutuklandı ve ölüm cezasına çarptırıldı. İdam edileceği gün kurşuna dizilmek üzereyken af çıktı ve Sibirya'ya kürek mahkumu olarak sürüldü. Suç ve ceza kavramları ile tanışması böyle başladı. Bu süre boyunca etrafını kuşatan, dışlanan ve ezilen kesimi yakından tanıma fırsatı buldu. 'Suç ve Ceza', 'Budala', 'Cinler' gibi başyapıtları kaleme aldı. Sürekli borç baskısı altında, alacaklılar tarafından sıkıştırılan yazar; yoksulluk, sara nöbetleri ve kumar tutkusuyla boğuştu. Nietzsche, ' Kendisinden bir şeyler öğrendiğim tek psikolog Dostoyevski olmuştur.', Einstein ise; ' Dostoyevski bana bütün bilinen insanlardan daha fazlasını verdi ' demiştir.

Dünya edebiyatının iki büyük ismi; Tolstoy ve Dostoyevski, 19. yy'den beri birbirleriyle kıyaslanmaktan kurtulamadı. Aynı dönemde, aynı sosyal çevrede yaşamalarına rağmen bir kez olsun görüşmediler. Aralarında bir görüşme ya da temas olmamasına rağmen, birbirlerinin eserlerini yakından takip ettiler. Dostoyevski ' Bir Yazarın Günlüğü' kitabında, Tolstoy'un bir deha olduğunu söyler ve şöyle devam eder 'Anna Karenina'nın yazarı gibi insanlar toplumun öğretmenleridir, biz ise sadece onların öğrencileriyiz.' Tolstoy ise 'Ölüler Evinden Anılar' kitabını okuduktan sonra Dostoyevski için; modern Rus edebiyatında Puşkin'in eserleri dahil, böylesine iyi bir kitap hiç okumadığını söyler. Dostoyevski ölünce de bir arkadaşına yazdığı mektupta onun için şöyle der, ' Onu bir kez olsun görmedim ve onunla hiç konuşmadım ama şimdi ölünce, birden anladım ki Dostoyevski bana en yakın, en kıymetli, en gerekli insanmış.'

Tolstoy, karakterlerini sosyal bir grup içinde resmeder ve diğerleri ile ilişkileri üzerinden kurgular. Dostoyevski ise, bireyin iç dünyasını sorgular. Tolstoy, romanlarında hem mülk sahibi çevreleri, hem de köylüyü aynı başarıyla betimler. Dostoyevski ise, insan karakterlerini daha derinlemesine işler ve bireyin içindeki psikolojik parçalanmayı aktarır.

İki ayrı anlayışı temsil eden bu dev yazarlar, kendi dönemlerinden bu yana kıyaslandılar. Hangisi daha iyi tartışmalarını saçma bulmakla beraber, Dostoyevski beni daha fazla etkileyen bir yazar olmuştur. Fakat hiçbir şekilde, biri diğerinden daha büyük bir yazardır diyemem. Bu iki büyük yazarın, bunca zaman geçmesine rağmen; hala ilk günkü gibi konuşuluyor ve tüm dünyayı etkiliyor oluşuna bakarsak, yapacağımız şey kıyaslamak değil; okumak ve okutmak olmalıdır. Tolstoy ve Dostoyevski okumamış insan; geri kalan tüm kitapları ve yazarları okusa bile, okur olarak adlandırılamaz. Dünya edebiyatının zirvesini paylaşan bu iki yazarı okumak mecburiyettir.