Ülkemizde, bir türlü sonuca ulaştırılamayan Anayasa ve Anayasacılık hareketlerinin oldukça eskilere dayanan, hayli uzun ve oldukça çalkantılı bir geçmişi vardır. Kimi Anayasa tarihçileri, Padişah 2. Mahmud döneminde, 7 Ekim 1808 tarihinde ayanlarla padişah arasında imzalanan Sened-i İttifak'ı Türkiye'deki Anayasacılık hareketlerinin başlangıcı olarak kabul ederler. Bu tarihi esas alacak olursak, demek ki, ülkemizde Anayasa ve Anayasacılık hareketlerinin 215, bu olayın düşünsel kökenlerini ve hazırlık aşamalarını da hesaba katacak olursak yaklaşık olarak 250 yıllık bir serüveni vardır. Ve ne yazık ki bu serüven, henüz net ve kesin çizgilerle bir sonuca kavuşturulamamış ve tamamlanamamıştır. Elbette ki bu durumun çok çeşitli nedenleri vardır. Tarihsel süreç içerisinde varlığını hep korumuş olan bu Anayasa ve Anayasacılık hareketleri, kimi zaman alttan alta sessizce sürdürülmüş, kimi zamanlarda ise alevlenerek gün yüzüne çıkmıştır. Bazı önemli tarihsel dönüm noktalarında çok büyük toplumsal bunalımlara ve siyasal çalkantılara neden olmuştur. Son olarak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 01 Ekim 2023 Günü Yeni Yasama Yılının açılışı nedeniyle TBMM'de yaptığı konuşmada dile getirdiği: 'Şimdi önümüzde yeni bir görev ve yeni bir fırsat var. Bu da ülkemizi cumhuriyetin ilk yıllarının ardından tekrar yeni ve sivil bir anayasaya kavuşturmaktır. Türkiye'yi 12 Eylül'de darbe yönetiminin 41 yıl önce milletimizin sırtına sardığı mevcut anayasa kamburundan kurtarmak hepimizin en öncelikli sorumluluğudur. Şahsım ve cumhur ittifakı partileri olarak grubu olsun olmasın tüm partileri tüm milletvekillerini tüm toplumsal kesimleri bu konuda sözü ve teklifi olan herkesi yapıcı bir anlayışla yeni anayasa çağrımıza katılmaya davet ediyoruz…. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını yeni Anayasa ile taçlandıralım…. Yeni anayasa ile birlikte yönetim sistemi tartışmalarını sona erdirme imkanı bulacağız. Gördüğünüz gibi biz ülkemizi ve milletimizi Türkiye yüzyılı anayasasına kavuşturmak için her türlü uzlaşmaya açık davranıyoruz. Diğer siyasi aktörlerden de aynı yapıcı yaklaşımı bekliyoruz.' Sözleriyle bir kez daha yeni ve sivil bir anayasa yapma tartışmalarının fitilini ateşlemiş oldu. Çok ilginçtir, bizim siyasi tarihimizdeki Anayasa tartışmaları her zaman, toplumun çok büyük ve baş edilemez ekonomik, sosyal, siyasal ve uluslararası sorunlarla karşı karşıya kaldığı, içinden çıkılmaz açmazlarla kuşatıldığı dönemlerde ortaya çıkmıştır. Anayasayı değiştirmek ya da yeni bir Anayasa yapmak bu sorunlardan kurtulmak ve refaha çıkmak için bir kurtuluş yolu olarak görülmüştür. Her nedense, böylesi somut temelleri olan önemli ve büyük toplumsal sorunların, sadece soyut yasa maddelerinden oluşan Anayasayı değiştirmekle çözülemeyeceği gerçeği bir türlü öngörülememiştir. Anayasa ve Anayasacılık hareketleri tarihin her döneminde bu ideal uğrunda mücadele edenler için tehlikeli, belalı ve netameli bir konu olmuştur. Uygarlık tarihi sürecinde 1215 yılında İngiltere'de ilan edilmiş olan 'Magna Carta Libertatum' yani 'Büyük Özgürlük Fermanı' dünyadaki ilk Anayasa olarak kabul edilir. Bu olay toplanan vergilerle ve baştaki kralın bu vergileri kayıtsız koşulsuz harcamasıyla ilgili bir olaydır. Vergileri ödeyen feodal derebeyleri bunun harcanması kararları alınırken bu kararlar üzerinde söz sahibi olmak istemişlerdir. Çıkan isyan sonucunda baştaki kral Yurtsuz John bu istekleri kabul etmek zorunda kalmıştır. Sözlü olarak kabul edilen bu ilk Anayasa, tarihsel bir anı olarak bile olsa İngiltere'deki varlığını ve geçerliliğini hala korumaktadır. Dünyanın ilk yazılı Anayasa'sı 1776 tarihli Amerikan Anayasası'dır. Ve o günden bu güne kadar bir tek virgülü bile değiştirilmemiştir. 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi'nden sonra İnsan ve Yurttaş Hakları beyannamesi ilan edilmiştir. Fransa devleti bu beyannamedeki ilkelere dayanan Anayasaya göre yönetilmeye başlanmıştır. Bu Anayasa kısa süre sonra tüm Avrupa ülkelerince örnek alınarak yaygınlaşmıştır. Türk tarihinde Anayasalı çağdaş bir yönetim kurma mücadelesi veren başta Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa gibi Osmanlı aydınları ve Jön Türkler ve daha sonra da Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliği etrafında toplanan asker, sivil aydınlar ve bürokratlardan oluşan Cumhuriyet Devrimcileri de hep bu Fransız Devriminden ve Fransız Anayasası'ndan esinlenmişlerdir. Bizim tarihimizdeki ilk Anayasamız 1876 tarihinde kabul ve ilan olunan Kanun-u Esasi'dir. Mithat Paşa'nın öncülüğünde hazırlanmıştır. O zamanlarda Veliaht konumunda olan Vahdettin, bu Anayasayı tanıyacağını kabul ettikten sonra Padişah olarak başa geçirilmiştir. Kanun-u Esasi, başta bulunan Padişahların mutlak olan yetkilerini sınırlandırıyordu. Osmanlı Padişahları, yetkilerinin sınırlandırılması konusunda hep kıskanç olmuşlar ve buna karşı çıkmışlardır. Bu nedenle Kanun-u Esasi de topu topu 6 ay yürürlükte kalabilmiş ve daha sonra Padişah Vahdettin tarafından alınan tek taraflı bir kararla askıya alınmıştır. Bu Anayasanın mimarı olan Mithat Paşa'nın sonu ise Taif Zindanları'nda boğdurulmak olmuştur. Osmanlı Devleti'nin en çalkantılı ve bunalımlı dönemlerinde özgürlük mücadelesi veren İttihat ve Terakki Partisi mensupları ise çocukça bir saflıkla ilan edilecek olan Anayasayı her sorunu çözecek ve her kapıyı açacak sihirli bir anahtar olarak görmüşlerdir. Bunların özgürlük mücadeleleri sonucunda 1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edilmiş ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Kabul edilmiştir. Ancak Anayasanın kabul edilmesiyle hiçbir sorunun çözülemediği görülmüştür. Çünkü Anayasalar sonuçta kağıt üzerinde yazılı olan metinlerdirler. Bunlar yaşama geçirilirse anlam kazanırlar ve hayatta karşılık bulurlar. Yoksa tek başlarına hiçbir yaraya herhem olamazlar. (Devam edecek)