ÜÇ HEKİM KENDİ CANINA KIYDI

Abone Ol

üşünceyle hemhal olduğundan bu yana birçok şeyi anlamaya, anlamlandırmaya çalıştığı gibi insanın kendi canına neden kıydığını da anlamaya, anlamlandırmaya ve bir adım daha atarak önlemeye çalışmaktadır.

İnsan, kendi yaşamından vaz geçip, kendi canına kıydığında bu tamamen bireysel, kişisel bir şey gibi düşünülebilir ki eylemin kendisi, sadece eyleme odaklandığımızda bunu haklı çıkarmaktadır.

İnsan aklı düşünmeye başlamaya görsün, nerede duracağını bilemez ve bu eylemi yapan insanın sosyal bir varlık olduğunu tespit eder. Kararlarının önemli bir referansı olan kişiliğinin oluşmasında, kendi genetik alt yapısı üzerine, ailenin, toplumun, yaşam koşullarının önemli bir katkısı olduğu gerçeğini gözler önüne serer. Burada da durmaz, insanın kendi ve toplumla biteviye sürdürdüğü dinamik ilişkiyi de merak eder ve bu ilişkinin kararlarını nasıl etkilediğini de…

Böyle olunca insanın canına kıyması bireysel bir eylem olsa da bu kararı almasında toplumun, içinde bulunduğu yaşam koşullarının önemli bir rolü olduğu ortaya çıkar.

Ve de aynı gün biri pratisyen, biri asistan biri de uzman olan üç genç hekimin canlarına kıyması; ortaklaştıkları yaşam koşullarının en önemli bileşeni olan mesleki yaşamlarında sorun ya da sorunlar olup olmadığını düşündürür.

'Doktorları dövebilmeyle' övünebilen ve her geçen gün artan doz ve sayıda hekimlere şiddet uygulayan bir toplumda, hekimler kendini güvensiz hissediyor olabilir mi?

Her gün artan iş yükü altında belki de bazıları tükeniyordur…

Performans sisteminin getirdiği birbirleriyle rekabet ortamının birbirlerine sevgiyi, saygıyı azaltması şaşırtıcı olur mu?

Böyle bir ortamda insanı insan yapan en önemli erdemlerden biri olan, toplumsal ya da kişisel birçok zorluğu birlikte aşmaya imkan tanıyan dayanışma, kendine ne kadar yer bulur?

Tıbbi işlemin doğasından kaynaklanan istenmeyen olumsuz sonuçlar (tıbbi komplikasyonlar) alanının, hekimlerin tıbbi işlemleri hakkında tazminat dava sayılarının artmasıyla, tıbbi hata (malpraktis) lehine daralması, hekimlerin zaten stresli olan işlerini daha da stresli hale getiriyor olabilir mi?

Aldıkları ücretlerin yetersizliği ve birçok kalemden oluşması nedeniyle belirsizliği, gelecekten umudu kesmeye yol açar mı?

Gelecek korkusu yaşatır mı hekimlere?

Bunca eğitimden ve meslek hayatı boyunca sürdürmek zorunda olduğu eğitimden sonra, mesleğini yaparken, yaşadıklarına, gelir durumuna ve de toplumdaki yerine bakınca…

Kendini değersiz hissediyor olabilirler mi?

Böyle gelmiş böyle gidere takılıp mesleğini umarsız bir şekilde sürdürmeye çalıştığında yaptığı işin özelliği vicdanını rahat bırakır mı?

Türkiye'de ÖSYM YKS Kılavuzuna göre 118 olan tıp fakültelerinde, bu kantitede, gerek hekim, gerekse uzman hekim yetiştirme kalitesi ne kadar istenen düzeyde olabilir?

Mesleğinde, bir insanla ve vicdanıyla baş başa kalmış bir hekimi, yorar mı, gerer mi, yeterli yetiştirilmediğini, yetersiz olduğunu için için hissetmesi?

İnsanın canına kıyması belki doğasına aykırıdır ama biliyoruz ki zorlu yaşam koşullarına hele de umudu azaltıyor, dayanışma imkanını kısıtlıyor, kendini yapayalnız ve değersiz hissetmesinin yollarını açıyorsa, her kes aynı direnci gösteremiyor.

Aynı gün üç hekimin canlarına kıyması bu daha uzayıp gidebilecek soruları aklıma getirdi…

Onları geri getirmek mümkün değil…

Ya hekimlerin yetiştirilme ve çalışma koşullarını daha iyi hale getirmek…

Hekimler için ve tabii ki hastalar ve de toplum için…

Mümkün müdür?