Uzun zamandan beri planladığım ama bisikletimle gitmeyi bir türlü göze alamadığım bir geziydi Uzuncaburç ve Olba. Cesaretimi kıran toplamda 185 km’lik uzun mesafe (gidiş-geliş) ve Uzuncaburç’un yüksek rakımıydı. Arkadaşlarımla yola çıktığımız gün bu zorluklara Silifke’nin meşhur poyrazı da eklenmişti. Tam karşımızdan esen bu rüzgardan sonra yolun zorluğunu varın siz tahmin edin artık.
Uzuncaburç, Mersin’den 100 kilometre uzaklıkta ve 1180 metre rakımlı bir yer. Uzuncaburç’a; Kızkalesi’nden, Narlıkuyu’dan, Kapızlı’dan ve Silifke’den ulaşmak mümkün. Biz bu yollar içerisinde, bir bisiklet sürücüsü için en zor olanını seçmişiz. Hedefe ulaşmak için Kapızlı’ya kadar 70 kilometre pedal çevirip, kuzeye Toroslar’a dönerek -bisiklet sürücülerinin her zaman kabusu olan- tamamı yokuş 30 kilometrelik bir mesafeyi aşmamız gerekecekti.
Olba Krallığı’nın sınırları Dağlık Kilikia’da oldukça geniş bir alana yayılmış. Kapızlı’dan 8-9 kilometre ilerledikten sonra, Olba’nın 20 kilometre uzağında yer alan tarihi kalıntıları görmeye başlıyorsunuz. Rastladığımız bu ilk kalıntılar hakkında maalesef bilgilendirici hiçbir levha yoktu. Kemerli kapıları ve tabanı taş döşeli yolları geçtikten sonra bazı kilise kalıntılarını gördük. Buradaki muhteşem eserlerin bakımsızlığı gerçekten üzüntü vericiydi.
Dağlık Kilikia’daki Olba Krallığı’nda dikkat çekici tarihi eserlerden birisi de su sarnıçlarıydı. Bölge, eski dönemlerde de su açısından sıkıntılı bir coğrafyada olduğu için, irili ufaklı çok sayıda su sarnıcı inşa edilmiş. Bunlardan bazıları o kadar sağlamdı ki içlerinde hala yağmur sularını muhafaza edenleri de vardı. Bu sarnıçlar özellikle kilise gibi insan sayısının çok olduğu büyük yapıların hemen yanına yapılmış. Anlaşılıyor ki o dönemde tek bir yağmur damlası bile boşa harcanmamış.
2-3 kilometre ilerledikten sonra Işıkkale kalıntılarını ve Sinekkale kalıntılarını gördük. Oldukça zorlu ve yorucu bir bisiklet yolculuğundan sonra tarihin hüküm sürdüğü Uzuncaburç’a ulaştık. Buranın tarihi çok eski uygarlıklara dayanıyor. Hitit, Urartular, Asurlar, Babiller, Lidyalılar, Persler, Seleukoslar, Romalılar ve Bizanslılar bu topraklarda egemen olmuşlar.16.yy’dan itibaren bölge Osmanlı hakimiyetine girmiş. Antik kentte göze çarpan eserlerden Hellenistik Burç ve Zeus Tapınağı’nın dışındaki tüm eserler Romalılardan kalmış. Toros eteklerindeki bu antik kent ilk zamanlarda Zeus Tapınağı’nın varlığı nedeniyle 3 kilometre doğuda bulunan Olba Antik Kenti’nin tapınma merkeziymiş.
Uzuncaburç’taki tarihi dokuyu iki ayrı noktada incelememiz mümkün. Birincisi kasaba merkezindeki tapınakların bulunduğu harabelerdir. Buradaki en önemli eser M.Ö. 3.yy’da yapılan muhteşem görünümüyle geçen zamana meydan okuyan Zeus Tapınağı’dır. İki bin kişilik tiyatro, Sütunlu cadde, korinth başlıklı 5 sütunu ayakta kalmayı başarmış Tören Kapısı, suyu Lamas Çayı’ndan kanallarla getirilen Çeşme Binası, Roma mitolojisinde şans tanrıçası Fortuna’ya adanan Şans Tapınağı ve beldeye adını veren Hellenistik Burç, merkezdeki en önemli eserlerdir.Tüm bu eserlerin dışında beldenin kuzeyinde yer alan Kuzey Kent Kapısı gerçekten görülmeye değer.Aslı surlarla çevrili kentten günümüze sadece görkemli kapı kalmış. 12 metre yüksekliğindeki kapının üç girişi bulunuyor. Bu kapının içinden geçen yol antik dönemde Mut üzerinden İç Anadolu’ya uzanıyormuş.Yolun diğer kısmı ise doğu kapısıyla Olba ve Cambazlı üzerinden Kızkalesi’ne, güney kapısıyla da Silifke’ye bağlanıyormuş. Antik dönemde olduğu gibi günümüzde de Uzuncaburç’un çok sayıda yolu var.
Uzuncaburç’taki ikinci önemli tarihi doku, kentin kuzeyinde yer alan nekropoldür. Büyük çoğunluğu kayaların oyulmasıyla oluşturulan bu nekropolde, iki katlı aile mezarlarından yüzlercesi var. Bu özelliğiyle Mersin’deki nekropoller içinde en büyük olanlarından birisidir.
Uzuncaburç’ta adeta tarihi eserler ve köylülerin yaşamını sürdürdüğü konutlar iç içe geçmiş durumda. Bu konutların yapımında devşirme taşları gözlemek mümkün. Gezdiğim hiç bir yerleşim yerinde bu denli bir birlikteliğe şahit olmamıştım. Eski zamanlarda, Kuzey Kent Kapısı’ndan çıkan bir Romalı İç Anadolu’ya doğru yol alabilirken, aynı Romalı bu yolculuğu günümüzde yapsa gidebileceği yer en fazla kapının karşısında yer alan bir Uzuncaburçlu köylünün geçit vermeyen evi olur ve burada onun misafiri olur.
Uzuncaburç’un 3 kilometre doğusunda yer alan Olba Krallığı’nın başkenti olan Olba Antik Kenti, Dağlık Kilikia’nın en önemli antik kentidir. Olba Krallığı doğuda Lamas Çayı ile batıda Göksu Nehri arasında yer alır. Kentten günümüze kalan eserler; vadi üzerine kurulmuş su kemeri (akuadukt), bu kemerin korunması için inşa edilmiş kuleler, çeşme binası, tiyatro ve nekropoldür.
Olba Antik kenti’nde gözüme ilişen bazı çarpıklıklar da oldu. Tiyatronun kenarına, yakın zamanda tarihi eserlerden devşirilerek yapılan hayvan ağılı bunlardan birisidir.Yine antik kentin hemen yanındaki eski ilkokulun bahçe kapısını gördüğümde çok şaşırdım.Antik dönemden kalma bir kapı, bugün okulun bahçe kapısı olarak kullanılabilmiş. Bahçenin tam ortasında da ayakta kalmayı başarabilmiş tarihi sütunlar vardı.
Uzuncaburç’u ve Olba’yı görmenin mutluluğuyla gezimizin son bölümüne girdik. Dönüş yolunu, geldiğimiz yolun zorluğunu da göz önüne alarak Olba’yı Kızkalesi’ne bağlayan yoldan tamamlamaya karar verdik. Bu yolun bize faydası Uzuncaburç’a 13 km uzaklıktaki Cambazlı Köyü’ndeki görkemli kiliseyi görmek oldu. Cambazlı Kilisesi, Mersin’deki tarihi kiliseler içinde özelliklerini korumuş, en sağlam kalabilmiş öneklerden biridir. 5. yy’ın ikinci yarısında inşa edilen kilisenin içindeki korinth başlıklı sütunlardan sağ tarafta olanlar tamamen ayakta. Kilisenin apsisi ve dış duvarları sağlam kalmayı başarmış.
Geride Tarih kokan Uzuncaburç’u, Kraliçe Aba’nın şehri Olba’yı ve Cambazlı Kilisesi’ni bırakıp, önümüzdeki 70 kilometreyi pedallayarak gezimizi tamamladık.
”Yer de, yön de, yol da bilinçtir. Özgürlük budur belki de: Sürüp giden bir yol.”