Geçtiğimiz günlerde Erzincan'ın İliç ilçesinde, hepimizi üzen bir maden faciası meydana geldi. Lozan'ın "100 yıl boyunca maden çıkaramazsınız" şeklindeki gizli maddesinden (ironi yaptığımı anlamayanlar için Lozan'ın gizli maddesi yoktur) kaynaklı olsa gerek, (gerçi 100 yılı da devirdik ama) Kanada'lı bir şirketin bizim yerimize altın araması ve yetmezmiş gibi çevre/insan düşmanı olan siyanür kullanımı (doğadaki en zehirli maddelerden biri) ile ortaya çıkan akıl ve bilimden yoksun korkunç bir facia... Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olaya ilişkin hazırlanan bilirkişi ön raporuna göre; madenden çıkarılan yığın içinde oluştuğu belirlenen çatlaklara, gerekli önlemler alınmadığı ve iş güvenliği uzmanlarının tüm uyarılarına rağmen solüsyon verilmeye devam edildiği için ortaya çıkan felakette 9 vatandaşımız heyelan altında kaldı.
Farkındaysanız her felakette benzer şeyleri konuşuyoruz. Önlem yok, tedbir alınmadı, gerekli kontroller yapılmadı... Maden kazası olur önlem alınmamıştır, heyelan/sel olur tedbir alınmamıştır, insanlar göçük altında kalır binaların güvenliği denetlenmemiştir. Bu örnekler böyle uzayıp gider. Buradan çıkarılacak anlam, insanımızın hayatının hiçbir değerinin olmadığıdır. Çıkıp bu durumu eleştirmek, böyle felaketler bir daha olmasın diye mücadele etmek isteyenler ise devlet düşmanı, terörist ya da en iyi ihtimalle provokatör olarak adlandırılır. Yeter ki hükümet yetkilileri ve iktidar eleştirilmesin. Ülkede suç olan şeyler; iktidara ve dayattığı ideolojiye karşı fikir belirtmek, onları eleştirmek veya çıkar ilişkilerini zedeleyecek herhangi bir şey yapmak. Bunlar dışında neredeyse her şey serbest!
Gündem o kadar hızlı değişiyor ki bu satırları yazarken Feyza Altun gözaltına alındı. Sosyal medya hesabından yaptığı "şeriata so..." ifadesi nedeniyle Beykoz "Cumhuriyet" Başsavcılığı tarafından, "halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik ve aşağılama" suçundan hakkında soruşturma başlatıldı. Görevi cumhuriyeti korumak olan kurumlar, şeriata laf edenlerin peşine düşmüş vaziyetteler. Nedir şeriat? Dini hükümlere dayalı bir yönetim şekli. Bakın altını çizerek söylüyorum; şeriat din değildir, siyasi bir sistemdir. Oligarşi, monarşi, komünizm, teokrasi veya yakından şahit olduğumuz kleptokrasi gibi. Bu ayrımı bile yapamıyoruz ne yazık ki... Aynı başsavcılık nedense Şevki Yılmaz, Halil Konakçı gibi cumhuriyet düşmanlarına soruşturma açmıyor. Bu isimlerin Atatürk'e ve cumhuriyete yönelik aleni hakaretlerinden/küfürlerinden hiçbir şekilde rahatsızlık duymuyor. Cumhuriyeti korumakla yükümlü cumhuriyet başsavcıları, başka siyasi sistemleri koruma konusunda jet hızında hareket ederken (böyle bir görevleri olmamasına rağmen), cumhuriyetimize veya kurucularına küfür edilirken ne yazık ki sessiz kalıyorlar.
Ülkenin tüm kurumlarına sızmış cumhuriyet düşmanları, böyle aleni bir şekilde ortadayken biz ne yapıyoruz peki? Birbirimizle didişip, kavga ediyoruz. Bu yönetim ise hala çoğunluğun desteğini alabiliyor. "Muhalefet partileri teröristlerle işbirliği içindeymiş", "CHP HDP el ele/kol kola yürüyormuş", "Pennsylvania'dan talimat alıyorlarmış" şeklinde şikayet edenler olacaktır. Ülkenin her yerine, kurumuna/kuruluşuna girmişsin, istediğin gibi at koşturuyorsun, padişahlardan fazla yetkin var, işine gelince suçsuz milletvekillerini bile Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını hiçe sayarak hapse atabiliyorsun, "Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır." da diyorsun ama muhalefet teröristlerle işbirliği içinde ve sorun da bu öyle mi? E at hepsini içeri madem! Elinde güç mü yok? Ayrıca; eğer durum böyleyse de suçlusu sensin. Mecliste teröristin ne işi var? Böyle bir durum varsa; sen ne iş yaparsın, neden oradasın? 20 küsur yıldır iktidarda olmana rağmen mecliste terörle işbirliği içinde olanlar varsa, bu ülkeyi yönetemiyorsun demektir. Fakat mesele bu değil. Mesele; ayrıştırmaya, ötekileştirmeye ihtiyacınızın olması. Bu yüzden de size düşman gerek! Birilerini suçlamalasınız ki yozlaşmış kurumlarınız, kirlenmiş siyasetiniz destek bulsun. Suçlayacak birilerini bulamayınca, milleti bile suçlar; onlara da terörist dersiniz. Ki yaptınız! Muhalefet partilerinin de savunulacak tarafı yok aslında ama o ayrı bir yazı konusu. Onlara da mecburen destek veriyoruz "denize düşen yılana sarılır" diyerek.
Sonuç olarak sorun da bizde, suçlu da biziz! Irmaklarımıza siyanür akmasını sorun etmeyiz ama lafa gelince de akışına ölürüz, öyle de severiz bu ülkeyi. Madencilerimizin ihmaller yüzünden ölmesini sorun etmeyiz ama iktidara laf eden madencileri anında tekmeleriz. İnsanlarımız depremde göçük altında kalır, on binlerce kişi hayatını kaybeder; denetim yapmayanlara laf etmek yerine, hükümeti istifaya çağıranları vatan haini ilan ederiz. Cumhuriyete, Atatürk'e küfür edenleri sorun etmeyiz ama şeriat eleştirisi yapılınca, cumhuriyeti korumakla yükümlü başsavcılar bile anında devreye girer. AKP iktidarı başa geldiğinden beri, giderek ortaçağa dönmemize ve başımıza sayısız felaket gelmesine rağmen, bir kişi bile herhangi bir konuda sorumluluk kabul edip, utanıp da istifa etmedi. Ne onlar bırakıp gitti ne de biz onlardan vazgeçtik. Mazallah başka birileri gelseydi de bayraklar inse, ezanlar dinse daha mı iyiydi? Ne denir ki; yazık bu milletin kör olmuş gözlerine ve yazık gözleri görüp de aklı ile hareket edenlerin bu ülkede yitip gitmesine...
"Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
yüz Türkiye olsa,
elinizden de gelse,
yüzünü de zincire vurur,
yüz kere satarsınız.
Milletimin en talihsiz gecesi,
ana rahmine düştüğünüz gecedir."
Büyük usta Nazım Hikmet'in bu dizeleri ile yazımı sonlandırıyorum. Cumhuriyet Başsavcıları'nı da göreve davet ediyorum. Bayılırlar böyle halkın kin ve düşmanlığa teşvik edilmesi durumlarına!