Zam şampiyonu patatesin fantastik öyküsü (II)

Abone Ol

Günümüzde patates te tıpkı buğday gibi ekonomik olmanın yanında aynı zamanda stratejik bir bitkidir. Gerçi patatesin adına türküler yakılmamıştır ama o, William Shakespeare gibi, Cemal Süreya gibi ünlü şairlerin şiirlerine, Rıfat Ilgaz gibi ünlü yazarların romanlarına ve Vincent Willem van Gogh gibi ünlü ressamların tablolarına konu olmuştur. Dünya tarihinin değişmesinde önemli roller oynamıştır. Ünlü İtalyan bilim insanı Umberto Eco patatesi 'insanlığın orta çağdan kurtuluşunu sağlayan en önemli buluş' olarak değerlendirmiştir. Dünyaca ünlü tarihçi William H. McNeill ise 1999 yılında yazdığı, 'Patates Dünya Tarihini Nasıl Değiştirdi?' Başlıklı makalesinde bu durumu 'Amerika kıtasından gelen patates, kıtlık sorunuyla yüz yüze olan Kuzey Avrupa'yı yok olmaktan kurtardı, şehirleşmeye ve zenginleşmeye olanak sağladı' sözleriyle açıklamıştır. Latin Amerikan mitolojisinde patates için bazı fantastik öyküler anlatılmaktadır. Bu öykülere göre patates, And Dağları'nın yerli halkları için gıda arz güvencesini sağlayan kutsal bir bitkiydi. Çok tanrılı bu kültürler için en önemli tanrılardan birisi olan patates tanrıçası Axomama, toprak ana Pachamama'nın kızıydı. Yapılan çeşitli arkeolojik kazılarda ortaya çıkartılan çoğu mezarlarda, patates tanrıçası Axomama'nın heykellerine rastlanmıştır. Bu heykeller, patatesin Latin Amerikan halkları için ne kadar kutsal sayıldığının önemli bir göstergesidir. And Dağları'nın bazı bölgelerinde eski gelenek ve göreneklerini sürdüren bazı yerli halklar, hasat ettikleri ilk patateslerden bir kısmını taş yığınları arasına gömüp pişirerek bu patatesleri Pachamama'ya sunma ritüelini hala sürdürmektedirler. Bu şekilde fırınlanmış patateslere de pachamanca adı verilmektedir. Bu yemek günümüz mutfaklarına 'Kumpir' adıyla girmiştir. Patates, Amerika kıtasının keşfinden sonra, 1534 yılında Avrupa'ya gelmiştir. Önceleri pek beğenilmemiştir. Belli bir zaman geçtikten sonra tüketimi hızla artmaya başlamıştır. Bazı yerlerde 'İncil' de adı geçmediği için şeytan bitkisi olarak görülmüş ve yenmesi günah sayılmıştır. Patates ekimi ilk olarak XVII. Yüzyıl başlarında yoksulluğun çok yaygın olduğu İrlanda da artmaya başlamıştır. Daha sonra Almanya, Fransa, Macaristan gibi ülkeler başta olmak üzere tüm Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Türk tarihinde ise patates, bazı kıtlıkların aşılmasında çok önemli ve belirleyici işlevler görmüştür. Patatesin Türkiye'ye ilk kez ne zaman geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirli oranda yetiştirilmeye başlandığı hakkında çeşitli bilgiler mevcuttur. Patatesin Osmanlı toplumu tarafından benimsenerek ekonomik bir ürün ve gündelik hayatın bir parçası olma süreci ise 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar devam eden bir süreçte gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti'nde Padişah Abdülaziz döneminde 1873-75 yıllarında Orta Anadolu'da yaşanan kıtlık patatesin ekimine başlanması açısından önemli olmuştur. Kıtlık, Orta Anadolu'da 1870 yılından itibaren görülen verim düşüklüğü ile başlamış ve 1873 yılında halkın yiyecek bulamaz hale gelmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda açlıktan kaynaklanan kitlesel ölümler yaşanmıştır. Daha önce de 1845-47 yılları arasında bölgede yaşayan halk açısından çok kötü sonuçlar doğuran kıtlıklar görüldüğü için patates ekiminin Anadolu'da yaygınlaştırılması bir kurtuluş olarak görülmüştür. Patatesin tüketiminin yaygınlaştırılması için gazetelerde yazılar yayımlanmaya başlanmıştır. İstanbul'da yayımlanan Basiret Gazetesi sahibi Basiretçi Ali Efendi, 'Orta Anadolu'da patates tarımının yapılması durumunda kıtlığın bu kadar vahim sonuçlar doğurmayacağını' ileri sürmüş ve 'Orta Anadolu'ya patates gönderilip tohumluk olarak kullanılması' çağrısında bulunmuştur. Padişah Abdülaziz'den sonra tahta geçen II Abdülhamit döneminde de halk açısından sonuçları korkunç boyutlara ulaşan kıtlık dalgaları yaşanmıştır. Durumun ne kadar vahim olduğunu bu yıllarda Anadolu'da görev yapmış olan İngiltere'nin Anadolu Başkonsolosu Charles William Wilson'un anılarında dile getirdiği '1882 kışında Anadolu köylüsü o kadar kıt kanaat geçiniyor ki, ne kadar açlık çektiğini kestirmek zordur.' Sözlerinden anlamamız mümkündür. II Abdülhamit'in tahta geçtiği 1876 yılında patatesin, Adapazarı bölgesinde yetiştirilmesinde Hüdavendigar (Bursa) valisi Ahmet Vefik Paşa'nın büyük katkıları olduğu bilinmektedir. Patates, toprak kokan bir ürün olduğu için çok ilgi görmemiştir ama, 15 yıl boyunca öşür vergisinden muaf tutularak tarımının yaygınlaştırılmasına çalışılmıştır. Bu dönemde patates tarımının yapılıyor olması nedeniyle en az iki milyon insanın açıktan ölmeyerek yaşamını sürmeye devam ettiği tahmin edilmektedir. Yine aynı şekilde yapılan bazı resmi tahminlerde; I. Dünya Savaşında 3-4 milyon, II. Dünya Savaşında ise 6-7 milyon insanın kolaylıkla yetişen ve ucuz bir şekilde elde edilebilen patates sayesinde ölmekten kurtuldukları ve hayatta kalabildikleri belirtilmektedir. 20 yüzyılın başlarında birbirini izleyen savaşlarla yoksullaşan Türkiye'nin açlıkla mücadelede etmek için üretimini teşvik ettiği patates, o yıllarda bile bugünkü fiyatıyla kıyaslanamayacak derecede ucuza temin edilebiliyordu. Öyle görülüyor ki, sofralarımızda ekmekten sonra en çok tükettiğimiz, bolluğun, bereketin ve ucuzluğun simgesi ve günümüzün zam şampiyonu olan patates, içinde yaşadığımız bu döneme damgasını vuracak ve belki de bu süreç, siyasi tarihimize patatesin sultan olduğu bir dönem olarak geçecek ve öyle de anılacaktır.