Feminizm, Marksizm ve Sosyalizm gibi Türkçe’ye Avrupa dillerinden geçmiş bir kavramdır. Feminizm de Aydınlanma sonrası Avrupa’sının ürünü olan bir ideolojidir. Aydınlanma Çağı Avrupa’sından ve o dönem Avrupa toplumunun toplumsal, iktisadi ve siyasi şartlarından dolayı ortaya çıkmış olduğundan tamamıyla Aydınlanma Avrupa’sının damgasını ve izlerini taşıyan bir kavramdır. Benzeri soysal ve siyasi şartlar söz konusu dönemde dünyanın başka herhangi bir coğrafyasında bulunmadığından bu kavramlar Avrupa’da üretilmiş ve dünyaya da Avrupa’dan yayılmıştır. Bundan dolayı Avrupa dillerinde telif edilmiş sözlüklerde bir anlam sütununa sahip olmuştur. Bu nedenle gene tıpkı diğer ideoloji isimlendirmeleri gibi Türkçe’ye çevrilmeden kendi kullanıldığı dilde anlamı neyse Türkçe’ye de aynen öyle aktarılmıştır.

      Feminizmin ortaya çıkışında etkin olan birçok faktör vardır. Bu faktörlerden kısaca şöyle söz edilebilir:

         i.            Feminizmin ortaya çıkışında etkin olan ilk faktör Avrupa tarihi boyunca kadına yapılan inanılmaz zulümler ve haksızlıklardır. Bu zulümler Avrupa kadınının ‘Biz de insanız’ diye haykırmaya başlamasına zemin hazırlamıştır. Kadına karşı yapılan bu haksızlıklar arasında; kadının miras, mülkiyet, boşanma gibi pek çok hakkından yoksun bırakılmasının yanı sıra, kadınların cadı ilan edilerek yakılması ve şövalyelerle zengin derebeyler arasında sanki bu çok normal bir durummuş gibi yalnızca fakir kadınlara saldırılabileceğine dair antlaşmalar yapılması gibi filler vardır.

       ii.            Feminizmin ortaya çıkış sebeplerinden biri de, Aydınlanma Çağı felsefesi ve bu felsefede de kadının yerini alamaması, yani Aydınlanma çağı düşünürlerinin gerek eserlerinde gerekse bu dönemde uygulamaya konulan doğal haklar doktrininde kadınlara yer vermemeleri, ama tüm bu Hümanist ve Aydınlanmacı felsefenin etkisiyle kadınların kendi hayatlarını, kendi hayatlarındaki sorunları sorgulamaları, sorgulama neticesinde artık kadınların da hak talebinde bulunmaya başlamaları ve bunun için örgütlenmeleridir.

      iii.            Feminizmin oluşumunda etkin olan üçüncü faktör ise Sanayi Devrimi’dir. Rönesans ve Reform hareketleri ile Aydınlanma düşüncesinin temelleri atılmıştı. Aydınlanma çağıyla ve Fransız Devimi’yle insanların çok daha fazla okudukları, tartıştıkları ve bu tartışılanların doğrultusunda pek çok doğrunun bulunduğu, pek çok yanlışın ortadan kaldırıldığı ve tüm bunların dışında bilimsel araştırmaların sonsuz bir hızla sürdüğü bir kıta halindeydi. Bu nedenle, söz konusu dönemde artık tek doğru bilimsel doğru, tek gerçek bilimsel gerçek kabul edilmektedir. Aydınlanma çağından sonra, Newton’un mekanik metaforu doğrultusunda, gerçeğe yalnız bilimsel ve deneysel metotlarla ulaşılabileceği temel ilke olarak kabul görmektedir. Bu düşünüş biçimine göre kendisine uyulduğunda insanı yanıltmayacak yalnız üç şey vardır. Akıl, bilim ve deney. Bu doğrultuda daha sonra Sanayi Devrimi gerçekleştirilmiştir. Yapılan bilimsel araştırmalar bilhassa sanayide kullanılacak makineler tarzında keşiflere dönüşmüş ve bu makineleşme, sanayi devrimine, sanayi devrimi de kadın işgücünün ortaya çıkışıyla birlikte feminizmin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Zira Sanayi Devrimi’nden itibaren ucuz işgücü konumuna düşen kadınlar da erkeklerle birlikte diğer işçi hareketlerinin içinde yer aldılar. Ancak bu işçi hareketlerinde istediklerini bulamayan kadınlar daha sonra kendileri feminist örgütler kurarak bu örgütlerde bir araya geldiler. Kuşkusuz bu örgütler başlangıçta ya kadın işçi hareketi örgütü olduklarını ya da kadınlara oy verilmesi amacıyla kurulmuş bir örgüt yani bir sufraj örgütü olduklarını söylüyorlardı. Yoksa feminizm henüz bu adla örgütlü bir yapıya bürünmüş değildi.

Feminizm birinci dalga feminist hareketle başlar. Birinci dalga feminist hareket ‘Kadınların giyotine gitme hakları varsa; kürsüye çıkma hakları da olmalıdır.’ diyen Olympe de Guoges ile başlar. Olympe de Gouges başlangıçta gerçekleşmesi için gecesini gündüzüne kattığı Fransız devrim hareketinin baş aktörlerince sırf Kadın Hakları’nı savunduğu için giyotine gönderilmiştir. Gouges’dan başka dönemin dikkat çekici isimlerinden biri de Mary Wollstonecraft’tır. Wollstonecraft’ın “A Vindication of Rights of Women” adlı eseri ilk feminist eserlerdendir. Ayrıca bu dönemde feminist yazının önemli isimleri arasında Frances Wright, Sarah Grimke, Elizabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony gibi ünlü simalar da vardır.

Birinci dalga feminist hareketin düşünsel yönüne gelince, birinci dalga feminizm, 19. yüzyılda A.B.D.’de ve Batı Avrupa’da kadınların oy, mülkiyet, eğitim hakkı gibi haklar konusunda bazı kazanımlar elde etmeleriyle sonuçlanan ve 20. yüzyıl başlarında medeni haklar mücadelesiyle devam eden, aydınlanmacı liberal siyasal düşünce temelli feminizmi içerir. Kültürel feminizmi de birinci dalga feminist hareket içine alabiliriz. Kültürel feminizm, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında oluşup gelişen, feminist harekete düşünsel yön itibariyle liberal feminizmden kat kat fazla malzeme katan bir felsefi oluşumdur.

Aydınlanmacı liberal teorinin akılcı ve yasal hamlesinin ötesine giden bu düşünceler, ‘kültürel feminizm’ adı altında gruplanabilir. Bu görüşlere sahip olan feministler, siyasal değişime odaklanmaktansa daha geniş bir kültürel dönüşümü aramışlar; eleştirel düşünme ve kendini geliştirmenin önemini kabul etmeye devam ederken, hayatın akıldışı sezgisel ve genellikle kolektif yönü üzerinde durmuşlar ve kadınlarla erkekler arasındaki benzerlikleri vurgulamak yerine, genellikle kadınlık niteliklerinin kişisel kuvvet, gurur ve kamusal yenilenme kaynağı olarak kabul edilen farklılıkları üzerinde durmuşlardır. Aynı feministler liberal kuramcılardan kalan hemen hemen zarar görmemiş kurumlara -din, evlilik ve yuva- gibi kuramlara alternatifler düşünmüşlerdir. Yüzyılın bitmesi ile birlikte feminist teorinin bu kolu, kendi içinde sonuçlanmış olarak kabul edilen kadın hakları görüşünün ötesine kaymıştır. Sonuçta kadın haklarına, daha geniş toplumsal reformları etkilemek anlamıyla bakmışlardır. Feminist toplumsal reform teorisi, kadınların kamusal alana mutlaka girmeleri ve oy kullanmaları gerektiğini, çünkü politikanın çürümüş (eril) dünyasının arıtılması için kadınların ahlâki bakış açılarına ihtiyaç olduğunu söylemişlerdir.