Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla tamamlanmasının ardından antiemperyalist nitelikli bir savaşı kazanan öncü güçler yapılacak devrimlerin hazırlığına girişti. Cumhuriyet ilan edildi, halifeliğe son verildi ve Medeni Kanun kabul edildi. Laikleşme yönünde atılan bu adımlar, eğitim alanına da yansıdı ve 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medrese-mektep ikilemi ortadan kaldırıldı. Okuma yazma yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bunun için geniş çaplı kampanyalar başlatıldı.
Bilimi yol gösterici kabul eden yöneticiler yükseköğretime de gereken önemin verilmesine dikkat ediyorlardı. 1924 yılında İstanbul’un önemli binalarından biri olan Harbiye Nezareti binası darülfünuna verildi. Ayrıca üniversitenin daha rahat çalışabilmesi için darülfünun bütçesi Maarif Vekaleti bütçesinden ayrılarak katma bütçeli ve tüzel kişilikli hale getirildi. Dönemin şartlarında orta öğretim gelişmiş olmadığı için darülfünun ve yüksek okullara lise öğrenimini tamamlamamış olanlar da alınıyordu. Ancak 1927 yılında bu uygulamaya da son verildi çünkü yüksek öğretimin gelişmiş ve kaliteli olması isteniyordu. Ankara’nın başkent olmasıyla başkente verile rolde eğitimin de etkisi olması isteniyordu. Ankara’nın merkez olarak yükselebilmesi için, burada yüksek eğitim kuruluşlarına yer verilmesi gerekiyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında bunun için adımlar atılmıştı. 1921 yılında doğu ülkelerine gönderilecek siyasi memurların yetiştirilmesi için Şark Medresesi adıyla bir okul açılması planlanmıştı. Savaş sonrasında ise ilk açılan yüksek okul Harp Okulu oldu. 1925 yılında ise Leyli Hukuk Mektebi kuruldu. Bu okul hukuk alanında yapılacak yenilikler için önem teşkil ediyordu.
Daha sonra Ankara’da eğitim kurumlarının attırılmasına önem verilmeye devam edildi. Türkiye’nin ekonomik açıdan da yenilikleri devam ettirdiği ve yeni politikalar izlediği bu dönemde önemli ekonomik bunalımlar yaşandı. Dünya buhranından, 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar süren bu süreçte eğitim açısından önemli atılımlar yapılmasına uğraşıldı. Savaş ve buhranın getirdiği olumsuz koşullara rağmen Türkiye eğitimde deneyci olmuş ve kendine özgü eğitim çözümleri uygulamada başarı sağlayabilmiştir. Bu gelişmeler eğitimin her alanında görülmüştür. Köy Enstitüleri aracılığıyla köylerde, sanat okullarıyla sanatta, Halkevleri aracılığıyla yaygın eğitimde önemli gelişmeler elde edilmiştir. Bu şekilde önemli gelişmelerin yaşandığı bu dönemde darülfünunun da bunlara ayak uydurması isteniyordu. Cumhuriyetin öncü kadroları yüksek öğretime önem verdiği için darülfünunun geride kalmasını istemiyordu. Bu nedenle bu konunun tartışmaları yaşanırken üniversite reformu fikri meydana çıktı. Mecliste yapılan oturumlarda Maarif Vekili Reşit Galip Bey üniversite ve reform fikri ile ilgili planlarını sürekli belirtiyordu.
Sakarya Zaferi kazanıldığında Mustafa Kemal Paşa’ya; “İşte zaferi kazandınız, şimdi ne yapmak isterdiniz?” diye soranlara Mustafa Kemal “Milli Eğitim Bakanı olarak memleketimin irfanına hizmet etmek isterdim” cevabını vermiştir. Atatürk en çokönem verdiği konulardan birinin eğitimin özellikle de yükseköğretimin yenilenmesi gerektiğini belirtmiştir.
Atatürk İstanbul Darülfünun’dan çağdaş atılımlar göremeyince, 1931 de iki yıl sürecek üniversite reformu başlatmıştır. Üniversite reformu öncesinde İsviçre Cenevre Üniversitesi pedagoji uzmanı Profesör Albert Malche Türkiye’ye davet edilmiştir ve İstanbul Darülfünun’la ilgili bir inceleme yaparak rapor yazması istenmiştir. Profesör Malche İsviçre Gelf Üniversitesi pedagoji profesörü olmasının yanı sıra rektörlük yapmış ve Batı Pedagoji dünyasında tanınmış bir isimdi. Profesör Malche 16 Ocak 1931’ de İstanbul’a gelmiştir. 18 Ocak 1932 günü Ankara’da Başbakan İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Esat Sagay ve diğer ilgililerle görüşmüş ve 21 Ocakta tekrar İstanbul’a dönmüştür.
Cumhuriyet’ten sonraki 10 yılda ülkemizdeki tek yükseköğretim kurumu olan Darülfünun 1924 yılında 493 sayılı yasa ile “İstanbul Darülfünunu” adını almıştır. İstanbul Darülfünunu’nun yeni Türkiye’nin bilim merkezi olması ve Batı üniversiteleri düzeyinde eğitim-öğretim verebilmesi amacıyla hem bütçesi artırılmış hem de 1924-1926 yılları arasında yabancı öğretim üyeleri görevlendirilmiştir. 1933 döneminde yönetimde bulunan politikacı ve bilim adamları Darülfünunda yeterince düşünmeyen, sorgulamayan ve eleştirmeyen insanlar yetiştirildiği, bu kurumun ülke sorunlarına tamamen duyarsız kaldığı düşüncesindeydiler. Sonuçta reform kararına varılır.
Üniversite reformuyla gerçekleşmesi planlananların pratiğe yansıması için yeni yükseköğretim kurumları açılmıştır. Bunların içerisinde en önemlisi Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’dir. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin adını Atatürk vermiş, böylece onun bir Edebiyat Fakültesi değil, hem daha geniş hem de hedefleri daha belirli bir kurum olmasını istemiştir. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ileride kurulması planlanan Ankara Üniversitesinin ilk akademik birimi olarak faaliyete başlar. Ankara Üniversitesi kuruluncaya kadar Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyetini sürdürür.