Bilim, statik bir yapı değildir. 1940'lı yıllarda jeoloji ders kitaplarında öğretilen şeylerin birçoğu günümüzde kabul görmemektedir. 20. yüzyılın başındaki antropoloji ile günümüzdeki antropoloji arasındaki fark, dağlar kadardır. Canlıların en temel özelliklerinden biri olan genlere veya DNA'nın yapısına yönelik bilgilerimiz, son 1-2 asırda köklü bir şekilde değişmiştir. Evren'e, Evren'deki yerimize, Evren'in çalışma prensiplerine yönelik algılarımız her geçen gün biraz daha farklılaşmaktadır. Ancak bu değişimin yönü neredeyse her zaman aynıdır: Bilim, halihazırda çok isabetli tespitlere sahip olmakla kalmaz; kendisini yenileme becerisi ve değişime yönelik korkusuzluğu sayesinde bu tespitlerini her yeni araştırmayla biraz daha keskinleştirir, biraz daha isabetli hale getirir. Bu süreçte, eğer eskiden yanlış anlaşılan bir konu olduysa, bunu görmezden gelmek yerine, düzeltmeyi seçer. Yani bilimdeki değişkenlik rastgele değildir; her adımda gerçeğe biraz daha yaklaşacak biçimdedir. Dahası, bilimin henüz tamamen keskinleşmemiş öngörüleri bile, alternatif bilgi yöntemlerinin isabetliliğine nazaran çok daha keskin ve isabetlidir.
Bilimde amaç kusursuz olmak değildir; gerçeğe ulaşmaktır. Bunu yaparken kullandığımız metotlar kusursuz olmayabilirler ve çeşitli önyargılara açık olabilirler. Ancak bilim insanları, bu potansiyel risk ve hataların farkındadırlar ve onların üzerini örtmeye çalışmak yerine, bunları açık açık tartışarak, bu önyargı ve hataların, sonuçları ne şekilde etkileyebileceği üzerine dürüstçe kafa yorarlar. Elbette, bir insan faaliyeti olması bakımından, bilimde de 'kötü bilim' yapan, art niyetli olan, bencil gayeleri olan kişiler bulunabilir; ancak bu kişiler, diğer sahalarda olanın aksine, bilimde çok uzun süre kalıcı olamazlar. Bunun sebebi, kasten yaptıkları hataların basit bir tekrar sonucunda ortaya çıkarılabilecek olması, bilimsel keşiflerin tüm detaylarının akademik makalelerde yayınlanıyor olması ve bilimin kolektif bir şekilde yapılmasıdır. Bilim, elbette hatalar yapar; ancak bunları düzelten de yine bilimin ta kendisidir. Bilimin ahlaki sınırlarının olmadığını söylemek doğru değildir. Bilim, gerçekleri söylemekle ilgilenir ve bu, son derece ciddi bir ahlaki sınırdır.
Bilim, kimi zaman 'öğrenilecek çok fazla şey' olmasından ötürü 'sıkıcı' da bulunabilir; bu, neredeyse hiçbir durumda doğru değildir. Bir insan bilimi sıkıcı buluyorsa, muhtemelen o kişinin Evren'in çalışma biçimine ilgisi de olmayacaktır. Elbette herkes bilim yapmak, bilimi sevmek ve bilimi anlamak zorunda değildir; ancak gerçeklerin 'sıkıcı' olduğunu söylemek, gerçek olana ilgi duymadığımızı ilan etmek olacaktır - ki bu, eğer amaç samimi bir şekilde doğal dünyanın çalışma prensiplerini anlamak ise, tabii ki ilerlemeye engel olacaktır. Onlarca yıl önce elde edilen bulgulardan yola çıkarak, yüzlerce yıl sonra olacak bir olayı tahmin edip, sonrasında bu olayı deneyimlediğimiz düzgünce anlatılan birinin bilime ilgi ve heyecan duymaması çok zordur. İnsanlar, yapıları gereği meraklı canlılardır ve bilim, hem en büyük meraktır, hem de en büyük merak doyurucudur.
Bilim her türlü olguya değil, dönemin bilim cemiyeti tarafından önemli bulunan olgulara yönelir. Evren'de olup biten olgular çeşit ve sayı itibariyle sınırsızdır. Bilimin bunların tümü ile ilgilenmesi hem gereksiz hem de olanaksızdır. Dolayısıyla bilimsel bilginin en ucunda çalışan bilim insanları, Evren'e dair her şeyi aynı anda aydınlatmaya çalışmazlar; eldeki bilimi iyi bir şekilde okuyup, sonuç almanın en olası olduğu kısımlara odaklanırlar. Böylece bilim, erişebileceği mesafedeki meyveleri toplayarak, ağacın (veya Evren'in) tamamını, yavaş yavaş keşfeder. Bilim sayesinde elde ettiklerimizi saymakla bitmez; ancak en basitinden, bizim bu makaleyi yazabilmemizin, sizin bu makaleyi okuyabilmenizin sebebi bilimdir. 'Teknoloji' adını verdiğimiz ve günlük olarak kullandığımız her olgu, istisnasız olarak, bilim sayesinde mümkün olmuştur. Yani bilim, her zaman kuşun kanadı veya öte gezegenin atmosferi gibi günlük yaşantıda doğrudan bir karşılığı yokmuş gibi gözüken alanlarda araştırmalar yürütmez; aynı zamanda hayatlarımızı kolaylaştıran veya zenginleştiren hemen her ürünü bize kazandıran bilimdir. Elbette sadece teknoloji de değil; ömrümüzü uzatan tıbbi yöntemler, insanlığı tehdit edebilecek problemlerin öngörülmesi ve bunlara yönelik çözüm yöntemlerinin geliştirilmesi ve daha nicesi, bilim sayesinde mümkün olmaktadır. Bunlara karşılık, bilim illa işlevsel olmak zorunda da değildir. 'Temel araştırma' adı verilen bilimsel araştırmalar, doğal olguları sadece merak ettiğimiz için keşfetmemizi sağlar.
Tüm bunlara rağmen bilim, biten veya sonu olan bir yolculuk da değildir. Burada, biraz şairane bir şekilde, önemli olanın yolculuğun kendisi olduğunu söyleriz; son durağın neresi olduğu veya oraya varıp varamayacağımız, varacaksak da ne zaman varacağımız değil. Bilimde sorular sorup, cevaplar aldıkça, yeni sorular doğar ve bunlara cevaplar ararız. Bu, bilimi sonsuz bir uğraş haline getirir. Bu sayede Evren'deki en küçükten en büyüğe her şey hakkında bilgi sahibi olmamız, onların doğalarını ve davranışlarını araştırmamız mümkün olur.