Sabah uyanıyor, yatağını topluyor, kahvesini alıp işe gidiyor. Toplantılara katılıyor, projelere yetişiyor, dışarıdan bakıldığında düzenli, kontrollü, hatta ilham verici biri gibi görünüyor. Bazen sosyal medya hesaplarında keyifli pozlar veriyor, arkadaşlarına önerilerde bulunuyor, gülümsüyor.
Ama gece olduğunda, sessizliğe gömüldüğünde, o yüzüne yerleşen yorgunluk maskesinin altında bir şeylerin eksik olduğu hissiyle baş başa kalıyor.
İşte fonksiyonel depresyon böyle bir şey.
Her şey yolundaymış gibi... Ama değil.
Fonksiyonel depresyon, klasik depresyon tanımına uymayan bir tablo çiziyor. Birey dış dünyaya karşı işlevsel, hatta başarılı görünse de, iç dünyasında kendini tükenmiş, anlamsız ve yorgun hissediyor. Bu insanların çoğu "iyi olmak zorunda" hissiyle yaşıyor. Çünkü çevreleri tarafından güçlü, olgun, dayanıklı, hatta “rol model” olarak görülüyorlar. Bu yüzden duygusal olarak yardım istemek ya da yorgun olduklarını söylemek, onlar için bir zayıflık gibi algılanıyor. Fakat gerçek şu ki; herkesin bir sınırı, herkesin bir kırılma eşiği vardır.
Bazen bu depresyon türü, çocuklukta “duygusal yük taşıyıcı” rolüne sokulmuş bireylerde görülüyor. Küçük yaşta olgunlaşmak zorunda kalmış, ailesinin ya da çevresinin duygusal gereksinimlerini karşılayan çocuklar, yetişkinliklerinde de bu rolü sürdürmeye devam ediyorlar. “İyi çocuk” olmanın yetişkinlikteki karşılığı, “her şeyi idare eden yetişkin” olmak oluyor. Kendi ihtiyaçlarını bastırarak, başkalarını memnun etmeye odaklanan bir hayat inşa ediyorlar.
Ve bu yaşam dışarıdan kusursuz görünse de içeride büyük bir yoksunluk yaratıyor.
Bir psikolog olarak bu tabloyla sık karşılaşıyorum. Danışan “iyi görünmekten” yorulmuş ama “nasıl kötü hissettiğini” anlatacak kelimeleri bulamıyor. Çünkü hiçbir şey görünürde yanlış değil.
Bir danışanım şöyle demişti:
“Hayatımda kötü giden bir şey yok. Fakat içim bomboş. Sanki her gün bir filmde rol alıyorum.”
Bu cümle, fonksiyonel depresyonun kalbini anlatıyor.
Fonksiyonel depresyon yaşayan biri; görevlerini aksatmaz, gülümser, sosyal ilişkilerini sürdürür. Fakat hiçbir şeye tam anlamıyla bağlanamaz. Mutluluk sahici gelmez, başarı anlamsızlaşır. İç ses sürekli sorgular: “Neden böyle hissediyorum? Daha ne yapmalıyım?”
Oysa burada yapılması gereken şey daha fazlası değil, durmak ve içe bakmaktır.
Bu depresyon türünün en büyük zorluklarından biri, destek aramayı geciktirmesidir. Çünkü insan çoğunlukla kendi halini ciddiye almaz. “Abartıyor muyum?”, “Herkes böyle hissetmiyor mu zaten?” gibi düşüncelerle yaşadığı duygusal çöküntüyü küçümser. Yakın çevresi de onun nasıl hissettiğini anlamakta zorlanır. Çünkü dış görünüşe göre yargılanırız; içimizdeki fırtınaları nadiren biri görür.
Oysa duygusal destek istemek bir zayıflık değil, aksine bir farkındalık göstergesidir.
İyi görünmek ile iyi hissetmek arasındaki farkı fark etmek, iyileşmenin ilk adımıdır.
Fonksiyonel depresyon, gelişen toplumun görünmez salgınlarından biri hâline geldi. Özellikle “başarı” ve “üretkenlik” üzerinden tanımlanan hayatlar, duygusal ihtiyaçları göz ardı eden kişiler yaratıyor. Sosyal medya, bir nevi sahne oluyor; herkes mutlu, üretken, enerjik görünüyor. Kimse “yoruldum” demeye cesaret edemiyor. Bu da kişilerin yalnızlaştığı, utandığı, kendini eksik hissettiği bir döngüye neden oluyor.
Oysa duygularımızı bastırmak, onları yok etmez. Bastırılan her duygu, farklı bir bedende, farklı bir zamanda karşımıza çıkar. Bazen panik atak olur, bazen yeme bozukluğu, bazen de yıllar sonra gelen bir tükenmişlik…
Peki ne yapabiliriz?
İlk adım, duygusal dürüstlük. Kendimize şu soruyu sorabiliriz:
Gerçekten iyi miyim, yoksa iyiymiş gibi mi yapıyorum?
Bu soruya verilecek samimi cevap, içsel dönüşümün başlangıcıdır.
İkinci adım ise, yardım istemeyi normalleştirmek. Psikolojik destek almak, yalnızca “büyük travmalar” için değil; içsel dengeyi korumak için de gereklidir. Terapi, yalnızca “iyileşmek” değil; kendini daha derinden tanımak, kendi ihtiyaçlarını duymak, kendi sesini duyabilmek için vardır.
Ve son olarak, kendimize şefkat göstermek.
Kusursuz olmak zorunda değiliz. Her gün güçlü hissetmek zorunda değiliz. İnsan olmak, bazen yorgun hissetmeyi, durmayı, ağlamayı da kapsar.