Yirmi Birinci yüz yılın ilk çeyreğini yaşıyoruz.
Bu yüz yıl içerisinde yerimiz gelişmiş Dünya ülkeleri içerisinde ilk beşte olacak.
Ben demiyorum.
Birileri öyle diyor.
Nasıl mı?
Burası pek belli değil ama şöyle olsa gerek:
İsviçre’den kapçık ( içi boşaltılmış tahıl kabuğu)ithal ettik ve tarlada böceklere karşı kullandık, ürüne verilecek zararları önledik.
Bulgaristan ve Arnavutluk’tan saman, Uruguay’dan canlı hayvan edip hayvancılığı geliştirdik.
İsrail’den genetik yapısı ile oynanmış sebze tohumu ithal ediyoruz. Bununla sebze üretimimiz artıyor ve ihracatımız gelişiyor.
Çin’den kuru fasulye ve sarımsak ithal edip iç piyasayı kontrol ediyoruz. Halkımız ucuz ürün tüketiyor.
Kanada mercimeği daha 1992 yılında tanıdı ve yeni yetiştirmeye başladı. Şimdi Kanada’dan mercimek ve nohut alıyoruz.
Tekel fabrikalarını sattık ve dört yüz bin tütün üreticisi aile, on binlerce işçi mağdur oldu, şimdi ABD ve başka ülkelerin tütün üreticilerinin ürününden imal edilen sigara ithal ediyoruz.
On Dört şeker fabrikasını sattık, yüz binlerce pancar üreticisinin ekmek kapısını kapattık, Rusya’dan şeker ithal ediyoruz.
Müşteri garantili köprüler, şehir hastaneleri ve hava limanları yaptırdık.
Hastaya müşteri gibi bakılıyor ve hastaneye,“ayda şu sayıda müşteri gelecek, gelmezse aradaki farkı devlet ödeyecek” diye garanti veriliyor. Hasta müşteri, insanların da hastalanması garanti görülüyor.
Benzer garantiler köprülere, Avrasya Tüneline, bazı hava limanlarına da veriliyor.
Tabi müşteri gelmeyince de aradaki fark halktan toplanan vergilerden karşılanıyor.
Vatandaşımız da geçmediği köprüye, tünele, ömründe uğramadığı hava limanına para ödüyor.
Ülkenin yer altı ve yerüstü zenginlik kaynakları, yabancı ve yerli şirketler tarafından bir taraftan talan ediliyor, diğer taraftan çevrede geriye dönüşü olmayan kirlilik yaratılıyor.
Millet olarak devre aldığımız bu toprakları kirletmeden, tertemiz gelecek nesillere aktarabilecek miyiz?
Eğitim, tamamen bilimsellikten uzaklaşıp, dinsel bir eğitim sistemine dönüştürüldü. Vatandaşların çocuklarına din ağırlıklı eğitim uygun görülürken, bazı çevrelerin çocukları çağdaş eğitim almak için velileri tarafından yurt dışı eğitime gönderiliyor.
Ülkeye din adamından daha fazla bilim adamı, düşünür, sanatçı, yazarçizer, teknik eleman ve sağlık görevlisi gerekmez mi?
Toplumun inancını siyasal duruma getirip politik amaç için kullanan ülkelerin durumları ortadır. Her alanda geri kalmıştır.
Osmanlı’da aşı üretimine 1885 yılında çiçek aşısının üretimine ile başlanmıştır.
Bu demektir ki, ülkemizde aşı üretimin yaklaşık 136 yıllık bir tarihi vardır.
17 Mayıs 1928 tarihinde, o yokluk yıllarında “Umumi Hıfzıssıhha Enstitüsü “ kurulur.
1930 yılından itibaren de, özellikle de İkinci Dünya Savaşı yıllarında Dünya’da farklı ülkelere serum ve aşı ihraç ediyorduk.
Bu kurum 2011 yılında ilgili yasada yapılan değişiklikle başka bir kuruma bağlanır.
Covid-19 salgını aşısını temi etmekte sıkıntı yaşadık.
Son yıllarda o kadar çok şeylere ihtiyacımız var ki, sıcak para en önemlisi.
İleriye gideceğimiz yerde bazı alanlarda geriye doğru gitmeye başladık.
Milletimizin demokrasiye, özgürlüklere, fabrikalara, barışa, dayanışmaya, kardeşliğe ve adalete ihtiyacı yok mu?
Var.
Hem de başka toplumlardan daha fazla ihtiyacı var. Demokrasi için yaklaşık yüz elli yıldır mücadele ediyor.
Bütün bunları yok sayarak mı 21.yüz yılda gelişmiş ilk beş ülke içine gireceğiz?
Ekonomiyi böyle mi uçuracağız?
Yurttaşlarımız, işsizlikten, yoksulluktan intihar ederken mi yabancılar bizi kıskanıyor?
Bizi kimsenin kıskandığı filan yok.
Biz öyle sanıyoruz ve kendimizi kandırıyoruz.
Bir ülkede toplum kendi kendini kandırır duruma düşürülmüşse, sorun büyük demektir.
Toplum işsizliğin, yoksulluğun nedenini kavramamışsa işimiz kötü demektir. Sorun çözülmez.