Devlet mitolojisi zaman ve mekân kavramlarını yırtıp atarak, insanları insan-ötesi varlıklarla muhatap kılar. Ölüleri canlılarla sürekli olarak konuşturur; büstlerle, heykellerle, marşlarla ve şiirlerle sürekli bir ayin hâlindedir. Bu derece büyük bir teslimiyet isteyen dogmatik ilkeler bütünü olan ‘Devlet’in modern zamanların tanrısı olduğunu söyleyen genişçe bir literatür bulunmaktadır. Muhtemelen bu yüzden devlet mitolojisi, alabildiğine ilahiyatçı bir dil kurgulayarak kendini ifade eder. Böylece, ona ilişkin yapılan her faaliyet, sarf edilen her söz, sevap ve günah gibi kavramlarla da açıklanabilir hâle gelir.

    Erken Cumhuriyet döneminde hızlı bir laikleşme ve milliyetçileşme perspektifi dâhilinde, yeniden yorumlanmış Batılı değerlerin ikame edilmesi süreci başlamıştır. Bu ikame sürecinde kendini Müslüman olma kimliği üzerinden tanımlayan bireyin Türk olmaya dayanan bir kimliğe yönlendirilmek istenmesi dönemin temel politikalarından biri olmuştur. Devlet eliyle işlenip biçimlendirilerek hâkim kılınmak istenen milliyetçilik olgusu ve dili, eğitim sisteminden kültürel hayata, kamusal yaşamdan iletişimsel süreçlere baskın ideolojik unsur haline gelmiştir. Milliyetçilik olgusunun ve milliyetçi dilin bu hızlı yükselişi beraberinde tarihe ilişkin de yeni bir kabul ve ortak doğrular skalasının varlığını gereksindirmiştir. Dolayısıyla, devlet eliyle, devletin gözetim ve denetiminde ve onun istediği biçimde bir tarih yazıcılığı dönemi başlamıştır. Genel olarak “Türk Tarih Tezi” adı altında toplanabilecek bu tarih yazım projesi resmi tarihçiliğin de belirgin örneklerinden birini teşkil eder.

  Bu çerçevede tarih tezi, aynı zamanda resmi ideolojinin tamamlayıcı bir parçası olarak kültür devrimi özelliğini de bünyesinde barındır. Ulusçuluğun yanı sıra pozitivizm ve laiklik Kemalist rejimin hedeflediği ideolojik formülün felsefi temellerini oluşturmuştur. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde resmi tarih tezinin temellerinin Türk Ocakları’nda atıldığı, örneğin Türk Ocakları’nın 1930 Kurultayı’nın son toplantısında söz alan Aksaray delegesi Afet İnan’ın önerisiyle Türk Ocakları’na bağlı ‘Türk Tarih Heyeti’nin kurulduğu dikkat çeker. Başkanlığını Tevfik Bıyıkoğlu’nun, İkinci Başkanlığını Yusuf Akçura ve Samih Fırat’ın ve Genel Sekreterliğini Reşit Galip’in yürüttüğü heyetin bilhassa ‘Umumi Türk Tarihinin Ana Hatları’ genel başlığını taşıyan araştırmalara başlaması ile tarih tezinin de temel nüvelerinin belirginleşmeye başladığı söylenebilir.

    Türk Tarih Tezi, Erken Cumhuriyet Dönemi’nde olağanüstü şartlar içerisinde oluşturulmaya başlanmış ve kongreler aracılığıyla araştırmalara devam edilmiştir. Bu kapsamda tezin Türk tarihinin bilinmesi, doğru şekilde öğretilmesi, Türk tarihi hakkında yanlış bilinenlerin düzeltilmesi için büyük önemi vardır. Bu açıdan tezin birçok yönden çeşitli hedefleri vardır. Bu hedefleri iç ve dış politika hedefleri olma üzere 2’ye ayırabiliriz.

    Tezin oluşmasındaki iç sebeplerin başında Türk devletini çağdaş ve milli temellere dayandırmak gelir. Her rejim, uyguladığı ideolojisini mensubu olduğu toplumun üyelerine benimsetmek ister. Bunun yanında her yeni oluşum, sağlamlığını tarihte arar. Bu yüzden Türk Tarih Tezi, Cumhuriyet ideolojisinin de önemli bir parçasıdır. Tarih Tezi ile Cumhuriyetin temel ideolojisini oluşturan milliyetçilik ve çağdaşlaşmaya gerekli teorik bir zemin sağlanması düşünülmüştür. Böylece Türkiye Cumhuriyeti devletini, tarihi bir temele bağlamakla devlete milli kimlik, topluma da milli şahsiyet kazandırmak ve bununla birlikte Cumhuriyet ve beraberinde getirdiği kültürel değişimi ve yapılan inkılâpları topluma benimsetmek ve inkılapların yerine oturması sağlanmak istenmiştir.

    Türk Tarih Tezi’nin dikkati çeken bir boyutu da ‘Anadolu Türk vatanı’ fikriydi. Atatürk bu fikri zihinlere yerleştirmek suretiyle, Türk milletinde vatanına karşı yeni bir bağlılık meydana getirmek istiyordu. ‘Türk milleti bin yıldan fazla bu topraklarda yaşama hakkına sahiptir’ diyen Atatürk’ün Türk Tarih Tezi vasıtasıyla Türk milletine özgüven duygusunu kazandırmanın yanında, Batı ulus-devletlerindeki vatancılık anlayışında olduğu gibi Türklere, yeni devletin kurulduğu, Trakya ve Anadolu’nun kendi gerçek vatanları ve çok eski çağlardan beri Türk milletinin merkezi olduğunu şuurunu kazandırmak suretiyle millet ile ülke arasındaki, eski yakın ilişkiyi kuvvetlendirmek istiyordu. (KÖKEN, 2002, s. 92) Atatürk, Türk milletinin kendi millî tarihini bilmesi yanında, onu yabancılardan değil, ilk kaynaklardan kendisinin araştırarak öğrenmesi gerektiğine inanıyordu. Türk Tarih Tezi’nin tanıtıldığı ve tartışıldığı Birinci Türk Tarih Kongresi konuşmalarında özellikle vurguladıkları hususlardan biri de hiç şüphesiz bu konu olmuştur.

Türk Tarih Tezi’nde geliştirilen ve dönemin yönetici kadroları tarafından da onaylanarak ideolojik bir söylem haline gelen resmî tarih anlatısında, çok eski ve kesin olarak bilinemeyen dönemlerin belli bir masalsı, efsanevi kurgu içinde dillendirildiği ve insanlığın ilerlemesine ilişkin hemen her şeyin bir şekilde Türklerle bağlantı kurularak tasvir edildiği dikkat çeker. Bu kadar eski dönemler için böylesine kesin, kendinden emin bir dilin kullanılmasından çekinilmemesinin en önemli nedeni, bu söylenenlerin aksinin kanıtlanmasındaki güçlüktür. Dolayısıyla, dönemin devlet tarihçisinin zihniyetinde, aksi kanıtlanmadığı sürece tüm bu olaylarda bir şekilde Türk etkisinin varlığından söz etmenin de bir sakıncası bulunmamaktadır.

Tarih Tez’in de, Türklerin Anadolu’daki tarih öncesi varlıkları ve medeniyet kurmaları, Anadolu’nun eski topluluklarının Türk unsuruna yakınlıklarını vurgulamak amacının hakim olduğu bilinmektedir. Bu yüzden Tarih araştırmalarının odak noktası Anadolu üzerinde yoğunlaşmıştır.  Anadolu’nun Türklüğünün tarihi, coğrafi, kültürel ve antropolojik temellerinin ortaya konması Türkler arasında ‘vatan’ anlayışının güçlendirmesi yanında, Anadolu üzerinde haksız siyasi iddialar için de bir cevap teşkil edecekti. Bu açıdan tezin oluşturulması dönemin şartları için önemli bir durum haline gelmiştir.