Kendinden emin olmak hali ne güzeldir değil mi?
İnandıkları uğruna azimle yürümek.
Kararlılıkla hedefe ulaşmak gibi…
Siyaset dünyası peki?
Vatan ve millet aşkına yürümektir asil davranış değil mi? Tartışmalar olur, karşıt fikirler olur, anlaşmazlıklar da cabasıdır hani. Ancak sonuçta belirlenen ilkeler (Ya da program) doğrultusunda buluşmak esastır. İnanılır gibi değil ama tam aksi durumları yaşıyoruz. Neyi ya da neleri dersek;
Atatürk’ün kurduğu parti, Atatürk ilkelerinden uzaklaşmaya devam etmektedir. Ulusalcı, bağımsızlıkçı, milletine sevdalı çizgiler unutulmuştur. “Ya istiklâl ya ölüm” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ten, her türlü mandacılığa hayır diyen Türk milletinden adeta soyutlamaktadır kendisini.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, önceki günkü açıklamasında “Eyy dünya…” diye başlamış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne güvenilmemesi gerektiğini, diploma, tapu, belge, para örneklemeleriyle kanıtlama çabasına girmiştir.
“Türkiye güvensiz bir ülkedir, gelmeyin, yatırım yapmayın,” sözleriyle dış yatırımcılara ülkemizi kötülemiştir.
Hepsi bir yana ülkeyi, seni yemek, bitirmek, parçalamak isteyenlere şikâyet etmek Atatürkçü bir tutum olabilir mi? Yok, yok “Kol kırılır, yen içinde kalır,” demiyorum. Eleştiri yapılmalı, mücadele edilmeli, millet kazanılmalı, yol gösterilmeli… Ancak bunlar ülke içinde, milletle birlikte ve çıkış yolu göstererek olmalı.
Biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak ya da Türk milleti olarak dışımızdaki herhangi bir ülkenin iç işlerine karışıyor muyuz? Karışabiliyor muyuz? Karışma hakkımız var mı? Yasalarına, işleyişlerine, düzenlerine…
Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır,” derken gerekirse dış güçlerden yardım alın dedi de biz mi anlamadık ya da bilmiyoruz?
Deniz Gezmişlere sahip çıkıyoruz değil mi? Oysa idam sehpasına giderken Deniz Gezmiş ne demişti? “Yaşasın tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye”
Sabırlı olmak, kanıt sunmak, belgelemek yerine ses tonunu yükselterek, kavga ediyormuş halleriyle, şikâyet ederek, çözüme ulaşılabilir mi?
“Ağacın kurdu kendindendir,” sözü günümüzde pek geçerli olmaktadır. İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmaya yönelsek nasıl olur?
Ne Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü ve önemi ne Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı heyecanı, ne Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı beklentileri henüz ve ne yazık ki gündemimizde yerlerini alamadılar.
Çevremizi saran ateş çemberi de umurumuzda değil… İsrail’in tehditleri örneğin, farkında mıyız? GKRY’ye Türkî Cumhuriyetleri ülkelerinin (Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan) büyükelçi atamalarını da duymadık henüz öyle mi?
Karanlıklara gömülmenin kimseye ve hiçbir biçimde yararı yoktur. Beğeniriz ya da beğenmeyiz ama yeri geldi konduralım; “Kendimize gelelim!”
Toplumu ayrıştırmanın, iç cepheyi bölük-pörçük yapmanın, dışarıdan medet ummanın ne tarihimizle bağı olabilir ve ne de gelecek ülkümüzle…
İkinci bir silkeleyişle kendimize gelelim…