Arap halklarının liderleri Birinci Dünya Savaşı'nın başından beri İngiltere ve Fransa gibi ülkelerle işbirliği halinde oldukları için gerek Mustafa Kemal Paşa gerekse Milli Mücadele'nin diğer liderleri, bu kişileri hiç bir zaman samimi ve güvenilir bulmamışlardır. Bu nedenle Arapların lideri durumundaki kişiler ile sivil halk, milliyetçi Arap kadroları ve bunların oluşturduğu direniş teşkilatlarını birbirinden ayrı tutmuşlardır. Özellikle Suriye'nin kuzeyi Misakı Milli sınırlarına dâhil olduğu için. Bu bölgede Milli Mücadele harekâtının büyük bir kısmı boyunca tıpkı Anadolu’da yapıldığı gibi bir Kuvayı Milliye hareketi organize edilmeye çalışılmıştır.
Suriye'deki Kuvayı Milliye harekâtı Halep şehrinden yönetilmiştir. Özdemir Bey'in kurduğu "Suriye - Filistin Müdafaai Heyeti Osmaniyesi Cemiyeti’nin merkezi Halep'ti. Bu cemiyet doğrudan Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı emirler doğrultusunda faaliyet göstermiştir. Arapların zaman zaman bazı kuşkular içine düşerek, Türk işbirliğine tam olarak güvenmedikleri olmuştur. Türk yetkililer ise Arapları bu işbirliğine ikna etmek için devamlı surette çaba harcamışlardır. Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’nin diğer liderleri bağımsızlık ve Osmanlı Devleti yanlısı Araplarla işbirliği yapmak için azami gayreti ve özeni göstermişlerdir. Yürütülen ortak mücadele sonucu kuşatılan Fransız birlikleri takviye için sadece deniz yolunu kullanmak zorunda kalmışlardır.
Bu durum Fransızların Türkler ve Araplar arasında iki ateş arasında kalmalarını sağlamıştır. Bununla birlikte, özellikle Halep'te ve Kuzey Suriye'nin diğer kısımlarında yaşayan Türklerin Türkiye ile kaderlerini birleştirme çabaları aynı bölgede yaşayan bağımsızlıkçı Araplar ile bazı sürtüşmelerin çıkmasına yol açmıştır. Suriye'nin Kuzeyinde önemli bir Türk nüfusunun yaşaması bunun en önemli sebebi idi ve kaçınılmaz olarak zaman zaman Türkler ve Araplar karşı karşıya geliyordu. İngiliz ve Araplara karşı Türklerin bazı gösteriler gerçekleştirmesi buna örnek olarak verilebilir. Bu tür eylemleri çoğu zaman sınıra yakın bölgelerde bulunan Kuvayı Milliye teşkilatları organize ediyordu.
Milli mücadele başlangıcında her ne kadar Misakı Milli ile Türk milleti tarafından kabul edilebilecek sınırlar belirlenmiş ve ilan edilmiş ise de asıl amaç olabildiğince toprak kazanmak değildi. Mustafa Kemal Paşa'nın da pek çok kez belirttiği gibi, dönemin siyasi ve uluslararası gerçekleri çerçevesinde kabul edilebilir bir coğrafyanın Türk vatanı olarak sahiplenilmesi, bunun tüm dünyaya kabul ettirilmesi ve bu coğrafyada kapitülasyon benzeri uygulamalardan kurtarılmış, kayıtsız şartsız millet egemenliği ve tam bağımsızlık ilkeleri temelinde bir Türk devletinin kurulmasıydı. 20 Ekim 1921'de TBMM Hükümeti ile Fransa arasında imzalanan Ankara Anlaşması ile Türkiye Fransa’yı Anadolu’da işgal altında bulunan toprakların büyük kısmının boşaltılması konusunda ikna etmiş, karşısındaki İtilaf Devletleri bloğunu bölmüş ve güçlü bir Avrupa devleti olan Fransa'nın desteğini elde etmiştir. Özellikle sınırlar açısından Türkiye Büyük Millet Meclisi için Ankara Anlaşması tatmin edici bulunmamış ama genel olarak Meclis üyelerinin çoğunluğu için o zaman ki şartlar çerçevesinde elde edilebileceklerin en iyisi olarak değerlendirilmiş ve kabul edilmiştir.
Ankara Anlaşması’nın hayata geçirilmesi Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Milli Mücadelenin lider kadrosunun askeri ve siyasi açıdan yüksek taktik ve stratejik yeteneklerinin somut bir eseri kabul edilmelidir. Milli mücadele sırasında Fransa'nın Suriye üzerindeki ihtiraslarının Arap milliyetçiliğinin hedefleri ile olan çakışması, Kuzey Suriye'de kurgulanan Arap ve Türklerin ortak askeri direnişi, adeta bir kaldıraç olarak kullanılmış; Fransa'nın Anadolu'da ele geçirmek istediği coğrafyadan vazgeçmesini ve burayı Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetimine bırakmasını sağlamıştır.