Çağımızın en büyük sorunu iletişimsizlik diyebiliriz. Kendimizi ifade edemediğimiz gibi başkalarını dinlemeye de tahammülümüz yok. Empati kuramıyor, kendimizi anlatamıyor ve karşımızdakini anlamıyoruz. İletişim çağında yaşıyor olmamıza rağmen dünya, insanların birbirlerine yabancılaştığı bir yer haline gelmiş durumda.

İnternetin hayatımızın her alanına girmesiyle birlikte, zamanımızın büyük bir bölümünü sosyal ağlarda geçirmeye başladık. Bu durum bizleri yapay ilişkiler kurmaya, sonrasında ise yalnızlaşmaya ve dünyadan kopuk, mutsuz bireyler olmaya doğru götürüyor.

İletişim, insanlık tarihi kadar eski bir olgu. İnsan, yapısı itibariyle diğer insanlarla iletişim kurmaya muhtaç bir varlık. Buna rağmen binlerce yıl geçmiş olsa da hala birbirimizle iletişim kurmakta zorlanıyoruz. Özellikle günümüzde; birbirini anlamayan, anlamaya çaba göstermeyen bireylere dönüştük. Dumanla, güvercinle haberleşilen dönemlerden; uydular ve internet aracılığıyla, düyanın en uzak köşesindeki insanlarla anında iletişim kurabildiğimiz bir zamana gelmiş olmamıza rağmen, temel sorunlarımızdan birinin iletişimsizlik olması da son derece ironik. İnsan ilişkilerinin sanal bir hal alması, gerçeğin yapaya dönüşmesi, insanlar arasındaki iletişimi de etkilemiş; kendisine, çevresine ve topluma yabancılaşan bir insan tipi ortaya çıkmıştır.

İnsanlar doğaları gereği topluluklar halinde yaşamaya, birbirleriyle bilgi alışverişinde bulunmaya, duygu ve düşüncelerini aktarmaya ihtiyaç duyarlar. Bireyin yaşadığı topluma uyum sağlayabilmesi, ancak sağlıklı bir iletişim ile mümkündür. Düzgün iletişim kurulamayan topluluklarda, mutlaka sorunlar ortaya çıkar. İnsanlık, var olduğu andan itibaren sorunlarını, korkularını, mutluluklarını; kısacası ürettiği her şeyi birbirleriyle paylaşma ihtiyacı hissetmiştir. Özetle isanlığın tüm gelişiminin temelinde iletişim olduğunu biliyoruz.

Ülkemizdeki geri kalmışlığı da iletişimsizlik temelinde değerlendirebiliriz. Ülkenin neresine giderseniz gidin, insanlar arasında bir iletisim kopukluğu olduğunu göreceksiniz. Son yıllarda bu durum iyice artmış durumda. Herhangi bir konuda farklı görüşte olan insanlar birbirini dinlemiyor, dinlemeye tahammül bile edemiyorlar. Neden böyle olduğumuz üzerine bir çok şey söylenebilir fakat medya ve siyasilerin etkisini kimse yadsıyamaz. Medyanın, tarihsel gelişimi açısından bakarsak, toplumsal sorunların çözümüne katkıda bulunması gerekirken; günümüzde temel bir toplumsal sorun haline geldiğini görüyoruz.

Her gün, tüm medya organlarında karşımıza çıkan cinayet, felaket, ölüm haberleri şiddetin hayatımızda sıradan bir olay olmasına ve duyarlılıklarımızı yitirmemize neden oluyor. Son yıllarda seyredilen televizyon dizilerine göz gezdirin mesela. Ya mafyatik, çatışmaların, ölümlerin bol olduğu diziler; ya sürekli birilerinin birilerini kılıçla kestiği tarihten uydurma diziler; ya da aşk adı altında zengin, maço erkek karakterlerin, kendisinden güçsüz kadınlarla olan ilişkileri etrafında dönen entrikalarla dolu saçmalıklar. Sabah programlarını, evlilik programlarını konuşmuyorum bile. Kısacası televizyonda karşımıza çıkan ne varsa hemen hemen hepsi empoze edilmek istenilen hayat tarzını yansıtan ürünler. Bunların etkilerini de halka bakarak görebiliriz.

Medya içeriklerinin eskiye oranla bozulmaya, hatta son yıllarda iyice zıvanadan çıkmaya başladığı gibi, siyasiler de eskilere kıyasla zıvanadan çıkmış durumda. Birbirlerine sürekli küfreden, mecliste yumruk yumruğa kavga eden, koruma ordularıyla gezen, şatafat içinde yaşayan, toplumdan uzaklaşmış yığınlar haline geldi siyasiler. Bir gün önce söylediği şeyleri, bir gün sonra yalanlamaktan ya da aksini savunmaktan utanmayan, kendinden taraf olmayan herkese düşmanca yaklaşan, hesap vermeyen, halka sürekli küfreden, hakaret eden, hatta terörist diyebilen kişiler var başımızda.

Her gün ekranlardan bunca olumsuzluğa maruz kalıyor, ülkeyi yönetenler bile sokak serserisi gibi tavırlarla bizlere sesleniyorken, insanların birbirleriyle sağlıklı iletişim kurabilmeleri iyice imkansızlaşıyor. Çünkü sürekli karşımıza çıkan şeyleri, bir süre sonra normal olarak kabul ediyoruz. O yüzden önce yöneten kesimdeki bu nezaketten yoksun kişilikleri temizleyeceğiz, sonrasında ise birbirimizi dinlemeyi öğreneceğiz. Çicero'nun dediği gibi ' En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir.' Kabul edelim ki savaş halindeyiz ve ne yazık ki birbirimizle savaşıyoruz. Önce kendi içimizde barışacağız. Birbirimizle iletişim kurabilmeye başladığımızda, ihtiyacımız olan değişimin başladığını da göreceğiz.

[email protected]