Geçtiğimiz günlerde Habertürk'e konuk olan Murat Kurum'a, Filistin ve Gazze ile ilgili bir soru sormaya çalışan gencin elindeki mikrofon apar topar alındı. Kanal gerekçe olarak "siyasi soru almamak" olarak değerlendirdi bu durumu. Yanlış duymadınız, bir siyasetçiye "siyasi soru almıyoruz" gibi bir açıklama ile soru sorulmasına izin vermediler. Mikrofonu elinden alınan kadın yerine bir başkası şu soruyu sordu: Aile Whatsapp grubunuz var mı? Murat Kurum da "Heh bize bunlarla gelin ya" dedi. Bu duruma şaşıranlar olabiliyor. Fakat hem ülke siyasetinin hem de gazeteciliğin AKP ile başlayan değişimini takip eden kişiler şaşırmamışlardır.

Maalesef ülkemizde gazetecilik ve siyaset artık bu şekilde yapılıyor. Gazetecilerin soru sormaktan çekindiği, soru sormalarına izin verilmediği veya soracakları soruların başkaları tarafından önceden belirlendiği bir durumdayız. Ülkede gerçekten gazetecilik yapanlar/yapmaya çalışanlar ya çeşitli gerekçelerle hapse atıldılar ya da tehditle/şantajla mesleklerinden tamamen uzaklaştırıldılar. İktidar ve yandaşları tarafından kuşatılan kanal ve gazetelerde çalışmak için ise yalaka olmak gerekiyor. Muhalif kanallarda da durum çok farklı sayılmaz. Geldiğimiz noktada, özgür basının tamamen ortadan kaldırıldığını ve birilerinin hizmetine girdiğini açıkça görebiliyoruz.

Eskiden gazete sahiplerinin mesleği sadece gazetecilikti. Mesleğin onuru da nispeten bu sayede korunuyordu. Günümüzde ise medya; iktidar ile ekonomik çıkar ilişkileri içinde olan, ihale kovalayan, bir yerlere gelebilmek için meslek onurunu yitirmiş, hatta sırf iktidarın lehine haber yapmak için gazete/TV sahibi yapılmış kişilerden oluşuyor. Benzer bir yozlaşmayı siyasette de görüyoruz. Eskiden siyasetçiler halka hesap verir, karşılıklı birbirleriyle medeni bir şekilde tartışabilirlerdi. Onları seyreden halk da bu sayede bir kanıya varabilirdi. Günümüzde ise hitabeti güçlü olduğu söylenen, fakat içi boş siyasetçiler görüyoruz.

Dünya liderimiz mesela! Hitabeti çok kuvvetlidir değil mi? Yıllardır böyle olduğunu anlatıp dururlar. Söyleyeceği şeyler karşısındaki ekranda yazmayınca donakalan kişiyi, hitabeti çok kuvvetli diye övüyoruz. Herhangi bir muhalif gazeteci ya da siyasetçi ile karşılıklı oturup konuşabiliyor mu peki? Hayır. Ses tonu etkili. Boyuna, posuna da lafım yok. Uzun adam sonuçta. Peki bu adamın muhteşem hitabeti nedir tam olarak? Konuşma metni danışmanları tarafından önceden hazırlanıp önüne konuluyor, reisimiz de muhteşem sesiyle bizlere aktarıyor. E hitabeti kuvvetli çünkü! Tabii konuşurken ekranda herhangi bir sorun da olmaması gerekiyor. Maalesef böyle anlara şahit olabiliyoruz bazen. Konuşurken prompterda teknik arızalar meydana gelebiliyor. O zaman donakalıyor reis. Adamın hitabeti kuvvetli sonuçta, önünde söyleyeceği şeyler olmayınca ne yapsın? Susuyor doğal olarak. Suç onun değil ya!

Siyasetçilerin böyle olduğu yerde, gazeteciler nasıl olacaktı?  İstediği gibi soru sorabilen gazetecilerle bu iş yürür mü? Yürümez elbette. Canlı yayında Gazze, Filistin ile ilgili bir soru sorarlar mesela... Ne cevap vereceksin? Hem politikan İsrail düşmanlığı üzerine kurulu, hem de her yandan İsrail ile ticari ilişkiler yürütüyorsun. Bunu gelip sana sorduklarında verecek cevabın yoksa ne yapacaksın? Tabii ki bu ve benzeri soruların sorulmasını engelleyeceksin. Yapılan da tam olarak bu.

Bu yüzden geçen günkü programda Murat Kurum'a soru sormaya kalkan gencin, daha Gazze dediği anda "alalım mikrofonu" diye atladılar üstüne. Düşünün halkın soracağı sorudan bile çekinenler, işini ciddiyetle yapan bir gazeteci karşısında konuşabilir mi? Bu yüzden önce basın ele geçirildi. Sonra ise ne varsa sırayla çökertildi. Biz de seyrettik! Soru soracak kimse kalmadığı, soranlar da susturulduğu için...

Yazımı Helga Hanschen'in dizeleriyle bitiriyorum;

"Konuş.. Konuş.. Konuş...

Dudakların varken daha!

Sözcükler güneş! Sözcükler ırmak olur.

Kapılar açılır sözcüklerle, köprüler kurulur...

Silah gibi kuşanınca; çoğaltanlar sözcükleri...

Sonu gelir zalimlerin!

Konuş... Konuş... Konuş...

Dudakların varken daha!

Bil ki borcundur konuşmak...

Sana konuşmuş olanlara...

Umarım anlıyorsundur beni..."