Hayat, bize çoğu zaman dışarıdan gelen tepkilerle şekillenmiş gibi görünür. Başkalarının bizim hakkımızda söyledikleri, toplumun bize biçtiği roller ya da kariyer basamaklarında aldığımız geri dönüşler, kim olduğumuzu belirliyormuş gibi hissettirebilir. Oysa hayatın en temel gerçeği şudur: Kendi değerini bilmeyen, hayatın hiçbir alanında hak ettiğini bulamaz.

İnsan, kendine verdiği değer kadar yaşar. Bu, ne kibirdir ne de bencillik. Aksine, içsel bir denge, bir farkındalık halidir. Kendi emeğinin kıymetini bilen, sınırlarını çizebilen, "hayır" diyebilen, hakkını arayabilen bireyler; hem özel hem iş yaşamında daha sağlıklı ilişkiler kurar. Çünkü kişi kendi iç dünyasında güçlü olursa, dış dünyadaki fırtınalara da daha dirençli olur.

Ne yazık ki toplumumuzda mütevazılık çoğu zaman yanlış yorumlanır. İnsan, kendi yeteneklerini ortaya koyduğunda ya da hak ettiğini talep ettiğinde "ukalalık"la suçlanabilir. Oysa bu, bir duruş meselesidir. Kendi değerini bilmek, başkalarını küçümsemek değil, kendi emeğine saygı göstermektir.

Kendini değersiz hisseden insanlar, zamanla bu hissi çevrelerine de yayar. Bu kişiler ya sömürülmeye açık hale gelir ya da kendi potansiyellerini gerçekleştiremeden bir gölge gibi yaşarlar. Oysa bir insanın kendini tanıması ve sevmesi, onun hem bireysel mutluluğunun hem de toplumsal katkısının önünü açar.

Her birey, eşsizdir. Fikirleri, emeği, duruşu, katkısı… Bunların hepsi kıymetlidir. Ve bu kıymeti önce kendimizin fark etmesi gerekir. Çünkü kendine değer vermeyen birinin, başkalarından değer beklemesi boş bir hayaldir.

Belki de bugünün sorusu şu olmalı: "Ben kendi değersizlik duygumla neleri kaçırıyorum?" Bu sorunun cevabında, hayatın değişmeye başlayan anahtarı saklı olabilir.

Unutmayalım: Hayat, kendini bilen ve değerini fark edenlere karşı cömerttir.