Bazı kadınlar vardır; dünyanın yönüne değil, yüreğinin sesine doğru koşar. Onlar için kalabalıkların ne dediği değil, iç sesin ne söylediği önemlidir. “Kendine koşmak” işte tam da budur: Başkalarının biçtiği rolleri, toplumsal kabulleri, alışılmış yolları geride bırakıp kendi yolculuğunu seçmektir.
Kendine koşan bir kadın, önce kendini tanır. Hayatın gürültüsünde sesi bastırılmış bir çocukken belki, belki gençlik yıllarında cesaretini ararken… Ama eninde sonunda bulur kendini. Kendine koşan kadın için bu yolculuk bir başkaldırı değil; bir barış çağrısıdır. Kendiyle barışmanın, kendi olmanın yoludur.
Bu kadınlar toplumun şekil vermeye çalıştığı kalıplara sığmaz. Ne sadece anne, ne sadece eş, ne sadece çalışan... Tüm kimlikleriyle bir bütündür. Ve bu bütünlükte ne eksik ne fazla vardır. Öz’üne sadıktır; çünkü bilir ki en büyük ihanet, insanın kendi gerçeğini susturmasıdır.
Cesareti ise sessiz bir isyandan doğar. Kimseye bağırmaz, kimseyi suçlamaz. Onun cesareti, sabah yatağından kalkıp kendi kararlarını alabilmesindedir. Hayallerinin peşinden yürüyebilmesindedir. Yanlış yapma pahasına da olsa denemesinde, yeniden başlamasında gizlidir.
Kendine koşan kadın, toplumu dönüştüren en güçlü figürlerden biridir. Çünkü o değiştiğinde, çevresi de değişmeye başlar. Çocuklarına ilham olur, eşine farkındalık kazandırır, çevresine cesaret bulaştırır. Bir kişinin içindeki ışık, zamanla birçok karanlık köşeyi aydınlatabilir.
Bu yazı, kendine koşan tüm kadınlara bir selamdır. Kimi zaman koşusu yokuş yukarı, kimi zaman yalnız… Ama her adımı değerli, her nefesi umut dolu kadınlara… Öz’üne sadık kalan, kendi yolundan vazgeçmeyen, sessizce ama dimdik yürüyen kadınlara…
Ve belki de bugün, her birimizin sorması gereken soru şudur: “Ben en son ne zaman kendime doğru koştum?”