Adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş.  

Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde.  

Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.  

Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor.  

Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı.  

Köylüler baktılar, eşek yaralı mahzun bir şekilde acıdan kıvranıyor.  

Bunu çıkarsak bile yaralı eşek işe yaramaz diye söylendiler.  

Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.  

Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar.  

Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü.  

Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu.  

Köylüler ağzı açık bakakaldı.  

Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır.  

Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.  

Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.  

Kör kuyuda olsak bile... 

Tıpkı kuyunun dibindeki o eşek gibi, zaman zaman karanlığa gömülmüş, üzerine yük binen, bazen çaresiz hissettirilmişiz. Ekonomik sıkıntılar, siyasi çalkantılar, toplumsal kutuplaşmalar derken, üstümüze atılan toprak hiç eksik olmamış. Ama bu, bizim kaderimiz değil. 

Bizi dibe çeken her kriz, eğer doğru değerlendirirsek, aslında ayağımızın altına aldığımız bir basamağa dönüşebilir. Geçmişte nice badireler atlattık. Kurtuluş Savaşı’ndan ekonomik krizlere, darbelerden toplumsal kırılmalara kadar her dönemde üzerimize kürek kürek toprak atıldı. Ama silkinmeyi, yeniden ayağa kalkmayı bildik. 

Bugün de benzer bir eşikteyiz. Umutsuzluk, yılgınlık, öfke… Bunlar doğal duygular. Ama kuyunun dibinde kalmanın çözüm olmadığını bilmeliyiz. İçine kapanan, sadece şikâyet eden değil, çözüm üreten bir toplum olmalıyız. Tarımı, sanayiyi, eğitimi, bilimi, adaleti güçlendiren adımları atmalıyız. Yoksa her gelen, üzerimize bir kürek daha toprak atmaya devam eder. 

Önemli olan, bu toprağı bir yük değil, bir çıkış yolu olarak görmek. Silkinmek, düşünmek ve adım atmak… İşte o zaman, kör kuyulardan çıkıp aydınlığa varabiliriz. 

Kuyudan Çıkmanın Yolu 

Hayat bazen üzerimize ağır bir yükle gelir. Beklenmedik olaylar, haksızlıklar, kayıplar, düşüşler… İçinde kaybolduğumuz bir kuyunun dibinde bulabiliriz kendimizi. Tıpkı kuyunun karanlığına hapsolmuş o eşek gibi, çaresizce kıvranır, çözüm arar ama çoğu zaman çıkış yolu göremeyiz. 

Üstelik bazen en yakınlarımız bile yardım etmek yerine üzerimize toprak atar. Bizi geçmişimizle, hatalarımızla, eksiklerimizle yargılarlar. Bir daha ayağa kalkamayacağımızı düşünenler, "Zaten buradan çıkamaz" diyerek pes etmemizi bekleyenler olur. Ama işte tam da o noktada bir seçim yapmamız gerekir: Ya toprak altında kalıp yok olacağız ya da üzerimize geleni silkerek ayağımızın altına alıp yükseleceğiz. 

Zorluklar karşısında hayata küserek, başımıza gelenlere ağıt yakarak bir çıkış yolu bulamayız. Oysa her darbenin, her hayal kırıklığının, her engelin bize verdiği bir ders vardır. Eğer o dersi alır, sırtımızdaki fazlalıkları atar ve ilerlemeye devam edersek, kuyunun karanlığından aydınlığa çıkmamız mümkündür. 

Belki de hayatın en büyük sırrı budur: Düşmek değil, kalkmayı bilmektir. Kör kuyulara düşsek bile, her toprak darbesini bir basamak yapıp yukarı çıkmayı öğrenmektir. Çünkü gerçekten isteyen, en derin çukurlardan bile kendi gücüyle çıkabilir.