Hayat bazen sorularla dolu. Gün içinde kaç kere "Bilmiyorum" dediğimizi düşündünüz mü? Bir bilmeceyle karşılaştığımızda, yeni bir bilgiyle tanıştığımızda veya basit bir sorunun yanıtını unuttuğumuzda... "Bilmiyorum" deriz.
Kimi zaman bu iki kelimeyi söylemek kolaydır, kimi zaman zordur. Çünkü "Bilmiyorum" demek, bir yetersizliği itiraf etmek gibi hissettirebilir. Ancak aslında bu, büyümenin ve öğrenmenin ilk adımıdır. Bilmediğimizi kabul etmek, öğrenmeye olan açıklığımızı gösterir. Bu, içten bir dürüstlük ve aynı zamanda cesarettir.
Düşünün, bir çocuk her şeyi bilerek doğmaz. O sorar, yanılır, öğrenir. Ama büyüdükçe, sanki her şeyi bilmemiz gerekiyormuş gibi bir beklentiyle karşı karşıya kalırız. Oysa bilmemek, bir ayıp değildir. Ayıp olan, bilmediğimizi bilip bunu öğrenme fırsatına dönüştürmemektir.
Belki de "Bilmiyorum" kelimesini farklı bir perspektifle ele almalıyız. O, bir kapı aralığıdır. O kapının ardında bilgi, deneyim ve yeni bir dünya vardır. Eğer cesaret edip o kapıdan geçersek, bilmediğimizi öğrenmek, bizi yeni ufuklara taşıyabilir.
Peki, bilmediğinizi en son ne zaman kabul ettiniz? Ya da daha da önemlisi, bunu öğrenmek için adım attınız mı? Hayatın hızına kapılıp unuttuğumuz bu küçük ama kıymetli anları hatırlayalım.
Belki de en güzel cevabı çocukluğumuzdaki o masum soruların içinden bulacağız: "Neden gökyüzü mavi?" ya da "Bir kuş neden uçar?" Cevapları o zaman bilmiyorduk. Şimdi biliyorsak, ne mutlu. Ama hâlâ bilmiyorsak, sorun değil. Çünkü o iki sihirli kelimeyle yeniden başlayabiliriz: "Bilmiyorum, ama öğreneceğim."
Bugün bilmediğiniz bir şeyin peşine düşün. Kim bilir, belki de hayatınıza yeni bir pencere açılır.