Geçtiğimiz hafta, Araştırmacı Gazeteci Timur Soykan'ın Birgün Gazetesi'nde yayımlanan '6 yaşındaki
kızını 29 yaşındaki müridiyle evlendiren cemaat şeyhi' haberi, tüm ülkede adeta deprem etkisi yarattı.
Haber yayımlandığı andan itibaren, Türkiye'nin toplumsal gündeminin birinci öncelikli gündem maddesi
haline geldi. O kadar ki, köyde kentte, okulda durakta, evde işyerinde, çarşıda pazarda kısacası hemen
hemen her yerde bu konu konuşulur ve tartışılır oldu. Gazeteler, birinci sayfalarında çarçaf çarçaf bu
habere yer vermeye başladılar. Sosyal medya hesapları, bu çarpıklığa ilişkin paylaşımlarla doldu taştı.
Televizyonlarda, söz konusu müessif olayı çeşitli yönleriyle ele almak için sabahlara kadar süren tartışma
programları yapıldı. Toplumu sarsan ve deyim yerindeyse akıllara durgunluk veren bu trajik olaya dair
TBMM Bütçe görüşmelerinde bile çok sert tartışmaların yaşandığına tanık olduk. Olay, siyasal olarak da
dallandı budaklandı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün Adalet Bakanlığı önüne giderek 6
yaşında istismar edilen kız çocuğu için adalet istedi. Vicdanları kanatan ve yürekleri dağlayan bu üzüntü
verici olayla ilgili olarak kamuoyunda yapılan tartışmalar hala devam ediyor. Ve bir süre daha devam
edecekmiş gibi de görünüyor. Tabii olay genellikle; oluş biçimi, ana-baba, karı-koca rolleri, cemaat
ilişkileri, dinsel dayanakları, bireysel psikolojik etkileri, nasıl ortaya çıkartıldığı ve sistematik mi, yoksa
münferit mi olduğu şeklindeki sansasyonel ve magazinsel boyutlarıyla ele alınıyor. Ancak şunun şurasının
iyi bilinmesi gerekmektedir ki bu olay, öyle sıradan bir adli vaka değildir. Başta hukuki olmak üzere, tıbbi,
dini, ahlaki, tarihi, siyasi, kültürel, psikolojik ve sosyolojik etmenler olarak sayabileceğimiz çok çeşitli
boyutları vardır. Bilindiği gibi bu müessif olay, tıbben çok ciddi bir hastalıktır. Dinen çok büyük bir günah,
hukuken büyük bir suç ve ahlaken ise korkunç bir ayıptır. Kültürel olarak, hastalıklı ve sapkın bir anlayışın
din inancı adı altında topluma dayatılmasıdır. Olay münferit değildir. Tarihsel kökenleri çok derinlere
gitmektedir. Bilinenden ve tahmin edilenden çok daha yaygındır. Kanımca asıl tartışmamız gereken konu,
bu olayın aktörlerini yetiştiren ve ortaya çıkmasını sağlayan ortamların nasıl meydana geldiği sorunudur.
Kimdir bu insanlar? Nerde ve nasıl yetişmektedirler? Hangi eğitimden geçmektedirler? Sırtlarını kimlere
dayamışlardır ve güçlerini nereden almaktadırlar? Bütün bu soruların teker teker ele alınıp yanıtlarının
ortaya konulması gerekmektedir. Yoksa bugün bu olay biter, yarın bir başkası ve daha korkuncu ortaya
çıkar. Olayın sosyolojik boyutunda ise, öncelikle Türkiye'deki 'cemaat toplumlar' gerçeği, ülkemizde bir
hayli uzunca sayılabilecek bir süreden beri yaşanmakta olan 'toplumsal çürüme süreci' ve toplumsal
anomi gibi olgular bulunmaktadır. Bilindiği gibi sosyolojik anlamda 'cemaat toplum' dediğimiz
toplumlar; genel toplum yapısı içerisinde, kendisini toplumdan tamamen soyutlamış, kendi örtülü
kültürlerini yaşayan küçük topluluklardır. Bunlar çoğu zaman, dünyanın başka kesimleriyle ilgisini kesmiş
küçük ve dar gruplardır. Cemaat toplumlarda insanları bir araya getiren unsur tek tiplik, düşünsel ve
biçimsel benzerlik ve toplulukta yaşayan insanlar arasındaki birlik ve beraberliktir. Bu özelliklerin yanında
kimi zaman kendileri gibi olmayanlara duydukları ortak düşmanlık, kin ve nefret duyguları da bu tip
insanların bir araya gelmelerinde önemli rol oynamaktadır. Ancak bunları birbirlerine bağlayan en temel
faktör, kader birliği, kültür birliği ve gelenek birliği gibi bağlardır. Cemaat toplumların üyeleri ortaklaşa
inanış, ortaklaşa tapınma ve ortaklaşa bir dini yaşayış sonucu o kadar sıkıca birbirlerine bağlanır ve
birleşirler ki, bu birlik karşısında servet, meslek, toplumsal statü gibi sosyal farklılıklar tamamen
önemlerini yitirebilirler. Cemaat toplumlar, icat yapmayan, geleneğin ve büyüklerin egemen, ahlak ve
hukuk kurallarının daha baskın bulunduğu, değişime kapalı, sosyal tabakalaşmanın, duygusallığın ve dinin
daha güçlü olduğu toplumlardır. Cemaat toplumlarda üyenin kendisini özgürce geliştirmesine,
düşünmesine, fikir yürütmesine ve kendince herhangi bir eylemde bulunmasına gerek yoktur. Bu üyeler
adına her şeyi cemaat lideri düşünür ve yapacakları işleri üyelere bildirir. Cemaat üyeleri ise mutlak bir
itaatle liderin bu emirlerine itaat ederler. Cemaat toplumlara dünyanın her ülkesinde rastlanır. Bunlar
çok küçük bir azınlıktırlar ve varlıklarını o toplumda hiçbir aktif rol oynamadan ve belirleyici olmadan
belli belirsiz bir biçimde sürdürürler. Türkiye'de ise cemaat toplumlar son yıllarda oldukça
yaygınlaşmışlar, ekonomik ve siyasal olarak çok büyük güç kazanmışlar ve devlet kurumları içerisinde
kadrolaşmışlardır. İşte, asıl tehlike arz eden ve bir an önce denetim altına alınması gereken durum bu
durumdur. Müessif olayın bir başka sosyolojik boyutu ise, 'toplumsal çürüme' ya da liberal
ekonomistlerin ve siyasetçilerin deyimiyle 'toplumsal patlama'dır. Bir toplumda gelir ve servet dağılımı
arasındaki dengenin bozulması, zengin ve fakir arasındaki gelir uçurumunun açılması, kısaca zenginin
daha zengin ve fakirin de daha fakir hale gelmesi, yönetici ve zengin grubun ahlaksızlaşması, kısacası
toplumsal ahlakın genel olarak çöküntüye uğraması, toplumsal şiddetin, intiharların, mayfa
örgütlenmelerinin, suç oranlarının, uyuşturucu kullanımının, fuhuşun, sokaklarda görmezden gelinen
açların, tinercilerin, evsizlerin, yaşlıların ve kimsesiz çocukların artması ve üstüne üstlük bu sorunların
kısa vadede çözümleneceğine olan inancın yitirilmesi gibi olumsuzluklar toplumsal çürümenin belirtileri
olarak görülmekte ve sosyal patlamanın nedenleri arasında sayılmaktadır. Söz konusu müessif olayımız
Türkiye'de toplumsal çürümenin ulaştığı boyutları göstermesi açısından da önemli ve anlamlıdır. Son
olarak, sözünü ettiğimiz müessif olayın sosyolojik hastalık belirtilerinden birisi olarak gördüğümüz Anomi
kavramı ise kısaca, bir toplumda özellikle belirsizlik durumlarında ortaya çıkan, birey ve toplum ilişkisinin
zayıfladığı hatta koptuğu; kuralların geçerliliğini yitirdiği kuralsızlık ve duyarsızlık dönemi olarak
tanımlanabilir. Üzerinde durmaya çalıştığımız söz konusu olayımızda suç failleri cezalandırılıp, olayın
mağduru rehabilite edilebilir. Ancak unutulmamalıdır ki, yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız sosyolojik
hastalıklar iyice tedavi edilmediği, ortamlar ortadan kaldırılmadığı ve köklü yapısal ve kurumsal önlemler
alınmadığı takdirde bu tip olayların yaygınlaşmasının önüne geçmek pek de olası görülmemektedir.