Son günlerde, Türkiye’nin baş döndürücü bir hızla değişen yoğun gündemini izleyebilmek ve bu yoğun gündemi layıkıyla değerlendirebilmek başlı başına özel bir çaba gerektiren zor bir uğraşı haline geldi. Geçtiğimiz hafta da yine öyle oldu. Birbiri ardına patlak veren bir yığın ekonomik, sosyal ve siyasal içerikli, büyük boyutlu olaylar arasında bir de baktık ki, Plan ve Bütçe Komisyonu'nda Millî Eğitim Bakanlığı'nın bütçe görüşmeleri devam ederken mülakat mağduru bazı öğretmenler, mağduriyetlerini dile getirmek için TBMM'nin bahçesinde basın açıklaması yaptılar. Bu öğretmenlerden bazıları yaşadıkları mağduriyeti gözyaşları içinde anlattılar. Televizyonların verdikleri bu görüntüleri içimiz burkularak izledik. Yıllardır çözülemeyen ve adeta bir ekonomik ve sosyal faciaya dönüşmüş olan atanamayan öğretmenlerin Meclisteki bu eylemine sadece CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Suat Özçağdaş, CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç, CHP Manisa Milletvekili Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu ve İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’nun ilgi göstermesi ve destek vermesi de başlı başına üzerinde düşünülmesi gereken bir başka ilginçlikti. 22 Yıllık AKP İktidarında yüksek öğrenimle kazanılan doktorluk, eczacılık, mühendislik ve avukatlık gibi pek çok meslek erozyona uğramıştı ama hiç birisi öğretmenlik mesleği kadar ağır bir yara almamıştı. Çıkartılan yasalarla 657 Sayılı yasaya tabi memur öğretmen, sözleşmeli öğretmen ve ücretli öğretmen gibi statüler yaratılmıştı. Bazı özel kurs merkezlerinde öğretmenler sıradan bir işçi hatta müstahdem haline getirilmişti. Buralarda zorlukla da olsa iş bulabilen öğretmenler ağır bir sömürü altında çalışmak zorunda bırakılıyorlardı. Evet bir Öğretmenlik Meslek Yasası çıkartılmıştı çıkartılmasına ama, öğretmenlik mesleği de karmakarışık bir hale getirilmişti. Mevcut durum, emekli ve çalışan olsun olmasın çok küçük bir azınlık dışında hiçbir eğitimciyi ve öğretmeni mutlu etmiyordu. İşte, çeşitli düzlemlerde mücadele veren ve eylemler ortaya koyan öğretmen sendikaları ve öğretmenler, mesleklerini bu karmaşadan ve sömürüden kurtarmak, özlük haklarını iyileştirmek, mesleklerine asıl işlevlerini ve hak ettiği saygınlığı kazandırmak için onurlu bir mücadele vermektedirler. Bu haklı mücadelelerinde, başta öğrencileri olmak üzere velilerden ve kamuoyundan da çok büyük bir destek almaktadırlar. Böyle olmakla birlikte, son yıllarda öğretmen sorunlarının tartışılması öyle bir hal almıştır ki, tıpkı bir saman alevi gibi konu gündeme geldiğinde birdenbire öyle bir parlamakta, yoğun bir şekilde tartışılmakta ancak kısa bir süre sonra küllenerek hemen sönmekte, kamuoyunun gündeminden düşmekte ve unutulmaktadır. Öğretmenlerin umutları her seferinde başka baharlara kalmaktadır. Yine son yıllarda, takvimler her 24 Kasım’ı gösterdiğinde törenler düzenleyip kutladığımız “Öğretmenler Günü” için de aynı şeyleri söylememiz, aynı değerlendirmeleri yapmamız mümkündür. Mevcut durumda öğretmenlik mesleği öyle bir erozyona uğradı ve öylesine yıpratıldı ki, aslında hiçbir öğretmende öyle düğün bayram yaparak gün kutlayacak hal kalmamıştır. Bu nedenle adına “Öğretmenler Günü” diyerek törenlerle kutladığımız gün, adeta öğretmenlerin bir yasak savma günü haline gelmiştir. Ancak yine de Öğretmenler Günü, hiç olmazsa öğretmenlerin genel sorunlarının gündeme taşınıp tartışılmasına olanak sağlaması açısından büyük önem taşımaktadır. Öğretmenlik mesleğinin önemi ve kutsiyeti açısından büyük anlam taşıyan çeşitli tarihsel dönüm noktaları ve günler bulunmaktadır. Bundan tam 50 gün önce yani, 5 Ekim günü “Dünya Öğretmenler Günü”nü kutladık. 16 Mart’ta “Öğretmen Okullarının (Darülmuallimin’in) Kuruluş Günü”nü, 17 Nisan’da ise; “Köy Estitülerinin Kuruluş Günü”nü kutlayacağız. Ortada birden fazla tarih olunca insanın aklı ister istemez bazı sorular takılıyor. Ve aklımıza “bu tarihlerden hangisi gerçek “Öğretmenler Günü”dür?” Ya da “Öğretmenler Günü’nü bu tarihlerden hangisinde kutlamalıyız?” şeklinde takılan soruların yanıtlarını aramak geliyor. Bizim eğitim tarihimizde, devlete bağlı kurumsal okullarda öğretmen yetiştirmek için açılmış olan ilk okul; Darülmuallimin’dir. Darülmualliminlere 1925 yılında Muallim Mektebi, 1932-1933 eğitim öğretim yılından itibaren ise Öğretmen Okulu adı verilmiştir. 12 Eylül 1980’den önce özgünlüğü, ilk olması ve tarihselliği nedeniyle, işte bu 16 Mart günü, “Öğretmen Okullarının Açılış Günü” olarak kutlanmaktaydı. Ayrıca Köy Enstitülü öğretmenler ve TÖS ve TÖB-DER çatısı altında örgütlenmiş olan devrimci ve demokrat gelenekten gelen öğretmenler de yine bu 16 Mart Gününü ve 17 Nisan’da ise; “Köy Estitülerinin Kuruluş Günü”nü kutlamaktaydılar. Faşist 12 Eylül Cuntacıları, bu köklü geleneksel ritüellere iyi gözle bakmadılar. Bunları değersizleştirmeye ve unutturmaya çalıştılar. Bunun yerine, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Millet Mektepleri Baş Öğretmenliğini kabul etmesinin anısını yaşatmak gerekçesiyle 1981 yılında aldıkları bir kararla 24 Kasım’ı “Öğretmenler Günü” olarak ilan ettiler.  İşte bizler, her yıl 24 kasımda, aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün, Millet Mektepleri Baş Öğretmenliğini kabul etmesinin yıldönümünü “Öğretmenler Günü” olarak kutluyoruz.  Her ne kadar askeri darbe yönetimince kabul ve ilan edilmiş olsa bile 24 Kasım kutlamalarının bizim eğitim tarihimizde önemli bir yeri ve özgün bir anlamı vardır. Çünkü Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk, 1 Ekim 1928 günü gerçekleştirdiği Harf Devrimi’ni hayata geçirebilmek amacıyla bizzat kendi tasarımı olarak “Millet Mektepleri”ni kurmuştur. 24 Kasım 1928 günü ise kendi kurmuş olduğu bu “Millet Mektepleri”nin Baş Öğretmenliğini kabul etmiştir. Millet Mektepleri, o yıllarda henüz kabul edilmiş olan Latin Alfabesiyle halkın tamamına okuma-yazma öğretme konusunda çok büyük başarılar sağlamıştır. İşlevsel ve etkin bir model olması nedeniyle daha sonra, dünyada bugün bile efsaneleşmiş bir öğretmen yetiştirme modeli olarak kabul edilen “Köy Enstitülerinin” kurulmasına esin kaynağı olmuştur. (Devam edecek)