(Geçen haftadan devam) Uygarlık tarihindeki gelişim aşamaları esas alınarak yapılan sınıflandırmada dört kuşak insan hakkından söz edilmektedir. İnsan hakları, çeşitli düşünürler tarafından değişik biçimlerde sınıflandırılmıştır. Ancak, bu haklar arasındaki en önemli hak, Yaşama Hakkıdır. Yaşama hakkı, hem insan haklarının temelini oluşturması açısından önemlidir, hem de insan hakları anlayışındaki tarihsel gelişim sürecinin izlenmesi açısından ölçüt alınabilecek bir haktır. Çağdaş demokrasilerde özgürlüklerin sahip olduğu ayrıcalıklı konuma bakıldığında; günümüzde rejimin demokratik niteliğinin bireylere sağlanan özgürlükleri güvence altına alan yasaların niteliğiyle yakından ilgili olduğu görülmektedir. Yaşama hakkı, en temel haktır. Bu hak karşısında diğer haklar, ikincil haklar konumundadır. Diğer tüm hakların kullanımı ve varlığı Yaşama Hakkına bağlıdır. Bu yönüyle yaşama hakkı mutlak bir haktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yaşama hakkını dokunulmaz, vazgeçilmez ve devredilmez temel haklar arasında saymıştır. Bu nedenle, Anayasamız da devleti, temel bir hak olan yaşama hakkını güvence altına alacak önlemleri almakla görevlendirmiştir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in partisinin 27 Ekim Pazar günü İstanbul’da düzenlediği ve siyasi tarihimizde ilk olması nedeniyle tarihi nitelik taşıyan “Teröre ve Şiddete Karşı Yaşam Hakkı Mitingi”nde yaptığı konuşmada; Türkiye’de herkes için yaşama hakkının güvencelerinin zayıfladığını belirtmesi hepimiz için çok anlamlı ve çok uyarıcı olmuştur. Böylelikle yaşama hakkı, daha uzunca bir süre daha tartışılacak önemli bir konu olarak kamuoyunun gündemindeki öncelikli yerini almıştır. Yine çok tartışmalı güncel bir kavram olan Umut Hakkı ise; “müebbet hapis cezası alan ve yaşadığı süreç boyunca cezasının bitmesi mümkün gözükmeyen kişinin cezasının değerlendirilmesi durumu” olarak tanımlanmaktadır. Bir ceza hukuku kavramı olarak umut hakkı ilk olarak Alman Federal Anayasa Mahkemesinin 1977 Haziran ayında aldığı bir kararında şu şekilde ifade edilmiştir: Umut Hakkı, “Tahliye olanağı bulunmayan müebbet hapis cezasının “mahkûmun salt bir nesneye indirgenmesi ve dolayısıyla özgürlüğünün elinden alınması nedeniyle tutuklunun yaşama tutunabilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için tahliye umudunu taşıması gerekliliğidir.” İşte bu gerekliliğe Umut Hakkı adı verilmektedir.  AİHM’e göre bu hak, her müebbet hapis cezası mahkumunun tahliye edilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Umut Hakkı, bu durumdaki mahkûmların salıverilme olanağına sahip bulunup bulunmadığına bakılmasıdır. AİHM Kişinin cezasının zaman zaman gözden geçirilmesini ve bu şekilde kişinin bir gün cezaevinden çıkma umudunun canlı tutulması gerektiğini düşünmektedir. Çünkü, ceza ve kamu koruması, bir hapis cezasının önemli unsurları olmakla birlikte, baştan itibaren mahkûmun rehabilitasyonunu ve topluma geri dönüş umudunu dışlamakta ve mahkûmu etkili bir şekilde insanlıktan çıkarmaktadır. Umut hakkı, tüm müebbet hapis cezası mahkumlarının er ya da geç serbest bırakılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak cezaların ileriki aşamalarda ve belirli sürelerde incelenmeye ve gözden geçirmeye tabi tutulabilmesi olanağıdır. AİHM bu süreyi “Vinter” kararında 25 yıl olarak değerlendirmiştir.  Bu süre gerek Avrupa Hukukunda ve gerekse Uluslararası Hukukta desteklenen bir fikir olarak genel kabul görmüştür. Avrupa ülkelerinde ve Türk Hukukunda Umut Hakkı yazılı bir kural olarak düzenlenmemiştir. Bu hak, bir içtihat olarak AİHM’in bazı kararlarında yer almaktadır. Türkiye’de bugüne kadar hiçbir müebbet mahkûm umut hakkından yararlanmamıştır. Umut Hakkına ilişkin yasal düzenleler kısaca bu şekildedir. Peki Bahçeli’nin açıklamasında belirttiği gibi Abdullah Öcalan, Umut Hakkından yararlanıp, koşullu salıverilme uygulamasından yararlanabilir mi? Önemli Ceza Hukukçularımızdan Prof. Dr. ERSAN Şen’in yorumuna göre, Abdullah Öcalan’ın koşullu salıverilmeden yararlanabilmesi için cezasının en az 36 yılını ceza infaz kurumunda geçirmesi gerekecektir. Bu görüşe göre; 15 Şubat 1999 tarihinde yakalanan Abdullah Öcalan’ın, diğer şartların varlığı halinde, 15 Şubat 2035 tarihinde koşullu salıverilmeden faydalanması mümkün gözükmektedir. Bu tarihten önceki bir salıverme uygulamasının yapılabilmesi için, için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin söz konusu bu konuşmasında belirttiği gibi “umut hakkı'nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü açılmalıdır.” Böyle bir uygulamaya karar verebilecek olan tek güç siyasal irade ve tek organ ise TBMM’dir. Öyle görünüyor ki, Yaşama ve Umut Hakkına ilişkin tartışmalar epeyce uzun bir süre daha kamuoyumuzu meşgul etmeye devam edecektir.