Uğurola Mersin, uğurola Türkiye…
Ekonomist değilim, Makine Mühendisiyim…
Ekonomi teorilerini, Ortodoks ya da Heterodoks, mikro, makro falan filan gibi ekonomi programlarını da pek bilmem…
Ama piyasayı gözlemlerim, sektörleri izlerim, birçok sektörde çalışan işinsanlarıyla, sanayicilerle ve esnaflarla görüşürüm, bankacılarla, mali müşavirlerle, hukukçularla, kamu kurumlarının yöneticileriyle, akademisyenlerle görüşürüm, işçilerle, işsizlerle, memurlarla, öğrencilerle, emeklilerle görüşürüm…
Konular tek ortak noktada birleşiyor; PARA YETMİYOR!
Hoşnutsuzluk; yani finansman sıkıntısından hoşnutsuzluk had safhada…
Finansman yalnızca iş dünyasına özgü bir terim değil…
Emekliyle de işçiyle de işsizle de memurla da her bireyle ilgili ve her bireyi de ilgilendiriyor.
EKONOMİYİ CANLANDIRMAK…
Daha önceki yazılarımda da belirttim; yalnızca sıkı para politikası ile ekonomi düzeltilemez.
Sonrasında ne yapılacağı önemli.
Sıktık sıktık, son açıklanan değerlere göre yine de enflasyonu indiremedik.
Enflasyon adeta benimle yaşamaya alışın diyor…
İş dünyasını ve tüketici dünyasını bu kredi-faiz sarmalından çıkartmak lazım.
Orta Vadeli Planın gereklerini dört dörtlük sağladık diyelim, kamuda bile tasarrufu dört dörtlük sağladığımızı farz edelim…
Tüm ekonomik değerleri istenilen düzeylere indirdik diyelim…
Kredi faizleri indirildi; bankalar çok uygun koşullar ve faizlerle krediler açmaya başladı…
Şu anda Türkiye’de hem iş dünyasında hem de tüketici dünyasında kredi sicili bozulmuş olan kaç milyon kişi var biliyor muyuz?
Bunlar bu ucuz kredilerden yararlanamayacak.
İnsanlara öyle bir algı yerleştirildi ki; herkes ucuz kredi bekliyor…
Varsa kredi, yoksa kredi!
Ucuz krediler bütün sorunları çözecek mi?
Anımsayın; geçtiğimiz senelerde çok düşük faizlerle Nefes Kredileri, Cansuyu Kredileri, KGF Kredileri dağıtıldı.
Gereksinimi olmayan, bankalarda bol mevduatı olan ve kredibilitesi hayli yüksek olan firmalara ve kişilere zorla verildi bankalar tarafından.
Bu krediler ekonomiye girmeden bankalarda döndü; eskiden alınmış yüksek faizli krediler kapatıldı, dövizler alındı, lüks otomobiller, yatlar katlar alındı, faizli mevduatlara yatırıldı.
Türkiye Ekonomisi kalkındı mı?
O zamanlar bu duruma şiddetle karşı çıktık; bankaların bölge müdürleriyle bu konuda toplantılar yaptık.
Bu kredilerin acil gereksinim duyan kredibilitesi nispeten düşük firmalara ve kişilere verilmesi gerektiğini, zor durumda olan firmaların faturalı borçları için doğrudan alacaklılarına ödenmesini, lükse harcanmamasını ve verilen kredilerin nerelere harcandığının incelenmesi gerektiğini etkili bir şekilde gündeme getirdik.
Bu kredilerin ancak bu şekilde ekonomiye gireceğini anlattık.
Nitekim sesimiz duyuldu bir süreliğine faturalı borçların doğrudan alacaklılara ödenmesi uygulaması yürürlüğe kondu.
Ama bazılarının işine gelmedi, yeniden eski sisteme dönüldü ve durum ortada.
Ucuzlatılacak diye beklenen krediler açıldığında, bunları üretimi arttıracak yatırımlar yapacak girişimcilere ve gerçekten gereksinim duyan işletmelere dağıtarak değerlendiremezsek yine hüsran olur.
Vergi ve SGK borcu olanların sayısı nedir?
Kirasını ödeyemeyen, evine erzak götüremeyen, açlık sınırında yaşayan kaç kişi var Türkiye’de?
Bütün bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için ne gibi planlar var, ne gibi bir strateji izlenecek, ne gibi uygulamalar ortaya konacak?
Sermayesi olanlar üretime yönelik somut yatırımlara nasıl yönlendirilecek?
Bunu başaramazsak ne işsizliği önleyebiliriz ne de enflasyonu…
Devlet gelir-gider dengesini doğru yapamazsa, üretimde nitelik ve nicelik arttırılamazsa, sen-ben kavgalarını sonlandıramazsak, yapay sorunlarla uğraşmayı bırakamazsak yine bu kısır döngüden çıkamayız…
Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları olan Türk’ün de Kürt’ün de Arap’ın da öncelikli derdi aynı; GEÇİM!
Adaletli bir gelir dağılımını sağlarsak bütün sorunları çözülür Türkiye Cumhuriyeti’nin.
FİNANSMAN VE FAİZ…
Önce finansman sağlamanın sürdürülebilirliğini sağlamamız gerekiyor…
Yıllardır hem devlet hem iş dünyası hem de tüketici dünyası gelirlerinin çoğunu faizlere yatırıyor.
Bankaların karlılık oranlarına bakıyorsunuz, orada kriz yok; karları sürekli olarak aşırı yükseliyor.
Neden yükseliyor?
Tabii ki faiz gelirlerinden.
Vergi ve SGK borcu ödüyorsun, ödenen paranın %70’i ana paradan %30’u faizden düşüyor (oranlar tam olmayabilir ama sistem tam olarak böyle işetiliyor)…
Ana para düşük bir hızda azalırken faizler aynı oranda azalmıyor; yani ana para sürekli faiz üretiyor.
Banka borçlarının ödenmesinde de benzer bir durum var.
Onun için borçlar öde öde bitmiyor.
Yapılan ödemelerin tamamı ana paradan düşülse faiz yükü azalacak.
İş dünyası işletme sermayesi oluşturabilecek, tüketici geçimini rahatlatabilecek…
Bir de KDV, Katma Değer Vergisi, sorunu var.
Belediyeler de dahil olmak üzere kamu kurumlarına iş yapanlar faturalarını kesiyorlar; KDV %20.
Fatura tutarlarını kurumlar aylarca ödemiyor, öderse parça parça ödüyor, paralar pul oluyor, ama KDV tutarlarını peşin almış gibi devlete ödemek zorunda faturaları kesenler.
Belirttiğim bu iki olumsuz uygulama iş dünyasının finansmanına büyük bir yük getiriyor.
Bu gizli faizin faizini ödettirme tekniği hem iş dünyasını hem de tüketici dünyasını vuruyor.
KAYIKÇI KAVGASINI BIRAKIN…
Dümene geçmenin kavgası hiçbir sorunu çözemez…
Türkiye’nin sorunlarına ve çözümüne odaklanın SİYASETÇİLER!
İktidar kavgası değil iktidara gelip sorunları nasıl çözeceğinizin mücadelesini yapın.
Ben birbirine hakaret ederek siyaset yapan hiç kimsenin Türkiye’yi düze çıkartacağına inanmıyorum…
Halk siyasi ortamın yatışmasını istiyor şiddetle…
Bu çağırış bağırış bitsin, sorunlarımızı çözmeye odaklanın diyor…
Hoşça kalın, haftaya yine buradayız…