“Kurtlar Sofrası” günlük konuşmalarımızda zaman zaman dile getirdiğimiz ve genellikle ilkesiz, kuralsız ve acımasız insanların bir araya gelerek oluşturdukları, kendi aralarındaki çıkar savaşımlarında güçlünün her zaman zayıf olanı acımasızca ezerek yok ettiği ortam ve ilişkileri betimlemek için kullandığımız bir deyimdir. Bu deyimle anlatılmak istenen bir nevi orman kanunudur. Bilimsel bir dille ifade edecek olursak bu kural; güçlünün ve değişen koşullara kısa sürede uyum sağlayabilenin yaşamda ve ayakta kalabildiği ve zayıfın ise kaçınılmaz olarak yok olmaya mahkûm olduğu tezini savunan bir kuram olan Darwinizm ve bunun sosyal bilimlere uyarlanmış bir devamı olan “Sosyal Darwinizm”dir. Bilindiği gibi, hayvan davranışlarını inceleyen bilim dalı Etoloji’dir. Etoloji uzmanı bazı bilim insanlarının ve uçsuz bucaksız, kuş uçmaz kervan geçmez yüce dağ başlarında kurtlarla bitişik ve onlarla iç içe yaşamak zorunda kalan bazı köylü yurttaşlarımızın deneyim ve gözlemlerine dayalı olarak verdikleri bazı bilgilere göre; doğaları gereği sürüler halinde yaşayan kurtlar, kara kışın en yoğun olarak bastırdığı, her yanın karlarla ve buzlarla kaplandığı, ayazın, tipinin ve kar fırtınalarının kol gezdiği uzun kış günlerinde yiyecek bulmakta zorlanmakta ve açlık sorunuyla karşı karşıya kalmaktadırlar. İşte böyle günlerde, tüm aramalarına rağmen yiyecek bulamayan ve açlık sorununu giderme umudunu tümden yitiren aç kurtlar, karlar ortasında kendi aralarında bir halka oluşturarak hızlıca dönmeye başlamaktadırlar. Birbirinin her hareketini en ince ayrıntısına kadar kollayarak yapılan bu dönme eylemi bazen günler ve haftalarca sürebilmektedir. İşte, sürünün en zayıf unsuru olması nedeniyle bu zorlu ve amansız koşuşturmacaya gücü, kudreti yetmeyen ve dermanı kesilerek yere düşen ilk kurdun üzerine bütün öteki kurtlar üşüşerek açlık sorununu böylece gidermektedirler. Anlatmaya çalıştığımız örnekte gördüğümüz gibi kurtlar arasında yaşanan bu acımasız döngüye halk arasında” kurtlar sofrası” ya da “kurt kanunu” adı verilmektedir. Halkımız açlık çeken kurt sürüleri arasında gözlenen bu ilişkiyi çok güzel bir söyleyişle dile getirmiş ve “kurtlukta kural düşeni yemektir” atasözüyle ifade etmiştir. Kanımca, özellikle de ABD’nin başına Donald Trump ve ekibi geldikten sonra uluslararası ilişkiler alanında yaşanan çeşitli gelişmeler, işte tam da bu atasözü ve deyimlerimizi çağrıştıran bir nitelik taşımaktadır. Eğer birazcık anımsayacak olursanız bundan kısa bir süre önce ABD Başkanı Trump, televizyon görüntülerinden izlediğimiz kadarıyla faşist, Siyonist ve Sosyal Darwinist İsrail Ordularının saldırıları sonucunda neredeyse taş üzerinde taş bırakılmadan yerle bir edilmiş olan Gazze şehrinin adeta bir kupon arazi gibi kendisine verilmesini isteyebilmiştir. Yine aynı şekilde Trump, dünya diplomasi ve siyasi tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde ve hiç duyulmamış hoyrat bir dille bin yıldır Danimarka toprağı olarak kabul edilen ve 1953 yılında yeniden Danimarka'nın bir bölgesi olarak tanımlanan dünyanın en büyük adası olan Grönland’ı satın alacağını ilan etmiş, Panama Kanalının ABD’ye ait olduğunu ve bu nedenle ABD’ye verilmesi gerektiğini belirtmiş ve dünya milletler ailesinin saygın bir üyesi olarak Birleşmiş Milletler Örgütüne bağımsız bir devlet olarak kayıtlı bulunan Kanada Devletini ise bir eyalet olarak ABD’ye katılmaya davet edebilmiştir. Dünya çapında büyük bir sansasyon yaratan bu açıklamalar şimdilik Trump’a özgü fantastik bir söylemden öteye herhangi bir anlam taşımamaktadır. Çünkü, Amerikan dış politikası Başkanlar tarafından değil, ilgili kurumlar tarafından belirlenmekte ve yürütülmektedir. Ve son sözü ise Amerikan Senatosu söylemektedir. Yani Trump’ın bu konudaki yetkileri biçimseldir. Kâğıt üzerinde Trump, herhangi bir devlete tek başına savaş bile ilan edebilir. Ancak bu savaşın bütçesini onaylayacak olan organ Amerikan Senatosu’dur. Bu nedenle savaşın bütçesi onaylanmazsa, Başkan’ın ilan ettiği savaş kâğıt üzerinde ve lafta kalmaya mahkumdur. Bu konudaki gelişmelerin nasıl yaşanacağını, Trump’ın ABD’nin devlet kurumlarını nasıl etkileyeceğini, bu kurumların politikalarını kendi istekleri doğrultusunda değiştirip değiştiremeyeceğini bekleyip hep birlikte göreceğiz. Bu arada Trump yine beklenmedik bir hamle yaparak kuzeyimizde yer alan Rusya ve Ukrayna arasında yaklaşık olarak 3 yıldır devam eden ve her iki taraftan hemen hemen bir milyona yakın asker ve sivilin ölmesine neden olan Rusya-Ukrayna savaşını sona erdireceğini açıkladı. Bunun hemen ardından 18 Şubat Salı günü Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da ABD ve Rusya heyetleri arasında görüşmeler gerçekleştirildi. Söz konusu bu görüşmeler sonucunda, iki ülkenin bir dizi ekonomik proje üzerinde iş birliğinin yeniden başlatılması, ayrıca Ukrayna çatışmasının çözümü ve Putin-Trump görüşmesinin organizasyonuna yönelik olası hazırlıkların başlatılması konularında görüş birliğine varıldığına ilişkin bazı açıklamalar yapıldı. İşte, Orta-Doğu’da kurtlar sofrası kurulduğunu çağrıştıran asıl görüntüler Suudi Arabistan’ın Başkenti Riyad’dan gelen bu görüntülerdir. Görüşmelere ilişkin bazı açıklamalar yapıldı yapılmasına ama, burada kapalı kapılar ardında aslında nelerin konuşulup konuşulmadığı ve Orta-Doğu’da aslında hangi toprakların kimler arasında nasıl paylaşılacağı konularında ne gibi anlaşmalar yapıldığı hususunda dış dünyaya herhangi bir bilgi verilmedi. Yalnız görünen odur ki, AB Ülkelerinin, Türkiye’nin ve yapılan görüşmelerin kendisiyle ilgili olmasına rağmen Ukrayna’nın bile bu toplantıya çağrılmaması bu ülkelerde büyük bir hoşnutsuzluk yarattı. Görüşmelerin birbirlerine düşman da olsa sadece iki süper güç arasında gerçekleşmesi, dünyada acaba uluslararası ilişkilerde uluslararası örgütlerin ve geleneklerin dışlandığı yeni bir aşamaya mı geçiliyor? Veya yoksa Orta-Doğu’da özellikle Filistin ve Suriye topraklarının paylaşılması için yeni bir paylaşım anlaşması mı yapılıyor? Şeklinde çeşitli soruların sorulmasına ve bazı şüphelerin oluşmasına neden oldu. Bilindiği gibi dünyada özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra, uluslararası sorunları çözmek için kurulmuş olan başta Birleşmiş Milletler Örgütü olmak üzere çok sayıda uluslararası örgüt kurulmuştur. Hatta günümüzde, çok gelişmiş olduğu söylenen bir uluslararası hukuk sisteminden bahsetmemiz bile mümkündür. Ancak yaşanan gerçekler göstermiştir ki, uluslararası örgütler ve uluslararası hukuk her ne kadar gelişmiş olursa olsun, uluslararası ilişkilerde “hak”, bizim kurtlar sofrası örneğinde anlatmaya çalıştığımız gibi her zaman güçlünündür. Bu nedenle, özellikle Asya Kıtasının bir alt sistemi olarak Orta-Doğu coğrafyasında bir devletin ayakta kalabilmesi ve sonsuza kadar var olabilmesi için ekonomik ve askeri olarak mutlaka güçlü olması gerekmektedir. Aksi takdirde o devletlerin varlıklarını uzun yıllar boyunca sürdürebilmeleri pek de olanaklı değildir. Bunun en güzel örneği Gazze’de ve Suriye’de yaşananlardır. Tabii tam da bu noktada özellikle işin şurasını açıklıkla belirtmemiz gerekiyor. Yapılan bütün bu görüşmelerin bölgede kalıcı bir barışı temin etmek için yapıldığı söylenmekte ve yazılıp çizilmektedir. Acaba tüm barışseverler tarafından büyük bir içtenlikle sağlanması istenen kalıcı barış, bölgemizde yeniden tesis edilebilir mi? Ne yazık ki bunu güçlü bir şekilde dile getirmek pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü dünyamızda, uluslararasındaki ilişkilerde adına Sosyal Darwinist ve Neo-Emperyalist diyebileceğimiz yeni bir yaklaşım güç kazanmaya başlamıştır. Bu yaklaşımın başını Trump, ekibi ve takipçileri çekmektedir. Dünyada üç kutuplu olarak tanımlayabileceğimiz yeni bir güçler dengesi düzeni oluşmuştur. Değerli madenler ve özellikle de başta petrol olmak üzere tüm enerji kaynakları her zamankinden daha da önemli ve değerli hale gelmiştir. Bu nedenle, üzülerek de olsa söylememiz gerekirse bölgemizde, kuzeyimizde, güneyimizde ve özellikle de doğumuzda etnik ve mezhebi ayrımcılık temellerine dayalı düşük yoğunluklu bölgesel savaşların bitmeyeceğini hatta zaman zaman yaygınlık kazanarak ve şiddetlenerek devam edeceğini söylememiz bir kehanet ya da karamsar bir yaklaşım değil, aksine gerçekçi bir bilimsel öngörü olacaktır.