Dörtyol’dan başlayıp Silifke’ye kadar uzanan ve gerek endemik bitki çeşitliliği ve gerekse de büyüklük bakımından dünyanın önde gelen en önemli ovalarından birisi olan Çukurova’da, geçtiğimiz 20 Şubat Perşembe gününden başlamak üzere tam bir hafta boyunca büyük bir iklim felaketi yaşandı. Bu süre zarfında hava sıcaklıkları gece saatlerinde eksi 10 derecelere kadar düşerken, aynı sıcaklıklar gündüz saatlerinde bile eksi 3 ile eksi 6 dereceler arasında seyretti. Böyle bir hava durumu tablosu çok uzun yıllar boyunca hiç görülmemişti. Doğal olarak tüm Çukurova Bölgesi ve özellikle de ekili ve dikili alanlar, bu şimdiye kadar hiç görülmemiş, olağanüstü derecede kötü hava koşullarından çok olumsuz bir biçimde etkilendiler. Yaşanan durum, kelimenin tam anlamıyla bir Don Afetiydi. Söz konusu bu don olayları yüzünden bu bölgede yetişen Domates, biber, patlıcan, taze fasulye, marul ve patates gibi sebzeler ve Portakal, mandalina, şeftali, kayısı, nektarin, çilek, kavun ve karpuz gibi meyveler ve bunlar gibi daha pek çok ürün tümüyle donarak yandı. Bilindiği gibi Çukurova bölgemiz, Türkiye’de turfanda sebze ve meyve yetiştiriciliğinin merkezidir. Bu bölgemiz aynı zamanda Türkiye’nin yaş sebze ve meyve deposudur. Bu nedenle, yaşanan don afetinin verdiği zararların büyüklüğü dolayısıyla bundan sadece bölge halkı, çiftçiler ve üreticiler değil aynı zamanda tüm Türkiye halkı da olumsuz bir şekilde etkilenecektir. Don afetinden doğrudan doğruya etkilenenler, çiftçiler, turfanda sebze yetiştiricileri ve seracılardır. Afet nedeniyle seralar da kullanılamaz hale gelmiştir. Bu saydığımız kesimler, birkaç gün içinde tüm yatırımlarını ve işletme sermayelerini kaybetmişlerdir. Bilindiği gibi ekonomik sistem içerisinde yer alan sektörler ve aktörler bir zincirin halkaları gibi birbirlerine bağlıdırlar. Bu nedenle, zincirin herhangi bir halkasında meydana gelen bir değişiklik bu dizide yer alan tüm kişileri ve bireyleri aynı şekilde olumlu ya da olumsuz bir biçimde etkileyebilir. Bilindiği gibi tarım, günümüzde herhangi bir ülke için sadece ekonomik bir sektör değil aynı zamanda stratejik bir sektördür. Bu nedenle tarımsal faaliyetler, her ülke için yaşamsal derecede önem taşımaktadır. Tabii Türkiye, şimdilerde her ne kadar başka biçimlerde tanımlanmaya çalışılmaktaysa da sahip olduğu yer altı ve yer üstü kaynaklar nedeniyle kelimenin tam anlamıyla bir tarım ülkesidir. Doğal olarak Tarımın ekonominin başat sektörü olarak genel kabul gördüğü ve bu saikle desteklendiği 20’li 30’lu yıllar çoktan geçilmiş ve tarımda kendi kendisine yeten dünyadaki yedi ülkeden biri olmakla övündüğümüz 60’lı, 70’li yıllar da çoktan unutulmuştur. Bakınız, dünyada bugün gelişmiş dediğimiz, katma değeri çok yüksek ileri teknoloji üreten ülkeler bile asıl ve ilk gelişmelerini tarımsal alanda gerçekleştirmişlerdir. Tarımsal faaliyet sonucunda elde ettikleri sermaye birikimleri sayesinde sanayileşmiş ülke olabilmişlerdir. ABD’nin olduğu gibi Avrupa ülkelerinin de gelişim aşamaları böyle bir seyir izlemiştir. Ancak bizim ülkemizde, dünyadaki normal gelişmenin aksine özellikle 70’li yıllardan itibaren milliyetçi-muhafazakâr ve liberal sağ eğilimli siyasal iktidarlar bir sanayileşme sevdasına kapılmışlar ve tarımdan sanayiye kaynak aktarma yolunu izlemişlerdir. Böylelikle bugünlere gelinceye kadar tarım kesiminin millî gelirden aldığı pay hep azalmıştır. Günümüzde en düşük seviyelerine ulaşmıştır. Tarımda girdi fiyatlarının döviz fiyatlarına endeksli olması dolayısıyla her zaman yüksek olması üretim maaliyetlerini hep yükseltmiş, buna karşın ürünlerin satış fiyatlarının üretim fiyatlarının altında kaldığı dönemlerde ise kitlesel çiftçi iflasları yaşanmıştır. Dönem dönem rastladığımız şimdiki don afeti gibi doğal afetler de çiftçi ve üretici kesimlere çok büyük darbeler vurmuştur. Bu darbelerin elbette ki çeşitli olası sonuçları olacaktır. Bunun en genel ve belirgin olanı Çukurova da tarım arazilerinin el değiştirmesi olacaktır. Ürün yelpazesinde de köklü değişiklikler olması beklenebilir. Örneğin, şeftali ve nektarin gibi çekirdekli bitki ekili alanlar ile narenciye ekili alanlarda gözle görülür bir azalma olacağı tahmin edilebilir. Önümüzdeki birkaç yıl boyunca tarımda istihdam edilen kişiler arasında bir azalma olacağı, dolayısıyla kırsal alandaki işsiz sayısında ciddi bir artış olacağı da söylenebilir. Tabii olarak, zaten tarım alanında ciddi bir sorun olarak değerlendirilen tarımsal ürün ithalatının artacağı ve dolayısıyla tarımsal ürün fiyatlarında nispi de olsa bir artışın meydana gelebileceği de öngörülebilir. Doğaldır ki, burada kısaca belirtmeye çalıştığımız sakıncalar, merkezi yönetimlerin ve yerel yönetimlerin bu sakıncaları gidermek için alacakları önlemlere ve sağlayacakları desteklere göre farklılık gösterebilir. Ülkemizdeki mevcut yasalara göre, bir doğal afet sonucunda bundan zarar görenler valilik ve kaymakamlıklara başvuruda bulunarak ortaya çıkan ve tespit edilen zararlarının giderilmesini talep edebilmektedirler. Bunun sonucunda valilik ve kaymakamlıklar, zararların bir kısmını giderebilmektedirler. Ancak bu seferki don felaketi sonucunda ortaya çıkan zararların bilinen bu mevcut yöntemlerle giderilebilmesi pek de mümkün görünmemektedir. Bu nedenle Çukurova’nın ivedilikle doğal afet bölgesi olarak ilan edilmesi, devletin olaylara hızlı bir şekilde müdahale edebilmesi ve yaraların hızla sarılarak bölgenin eski üretken konumuna döndürülebilmesi açısından çok yararlı olacaktır. Ayrıca Tarım ve Orman Bakanlığının, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile görüşerek, don olayından zarar gören çiftçilerimize, doğal afet yasası kapsamına bağlı kalmaksızın, bölgesel olarak kamu bankalarına olan kredi, SGK primleri ve vergi borçlarının faizsiz ertelenmesi ya da bu borçların terkini yoluna gidilmesi sağlanmalıdır. Elbette ki halkımız, köklü ve güçlü bir geleneği olan yardımlaşma ve dayanışma seferberliği ile bu felaketin de üstesinden gelecek ve yaralarını mutlaka saracaktır. Unutmayalım ki sevinçler paylaşıldıkça çoğalır ve acılar ise paylaşıldıkça azalır. Bir daha böyle felaketlerin yaşanmaması temennisiyle don afetinden zarar gören tüm çiftçilerimizi geçmiş olsun dileklerimle selamlar, üzüntü ve acılarını içtenlikle paylaşırım.