Geçtiğimiz aylar içerisinde, dünya kamuoyunun belki de en çok konuştuğu, en çok tartıştığı ve uluslararası ilişikler üzerinde en etkili ve belirleyici olan konular, hiç şüphesiz ABD Başkanı Donald Trump’ın uçuk kaçık ve bir o kadar da fantastik olan tavır ve davranışları ve açıklamaları oldu. Trump ilk önce, bütün uluslararası hukuk kurallarını ve diplomatik gelenekleri hiçe sayarak İsrail saldırıları karşısında neredeyse yerle bir olan Gazze’yi çok değerli bir kupon araziyi ister gibi istedi. Burayı beş yıldızlı otellerle donatacağını ve Gazze’yi dünya plaj turizminin ve eğlence endüstrisinin merkezi yapacağını açıkladı. Ardından bir mafya liderinin haraç istemesine benzer bir tavırla Panama devletinin ayrılmaz bir parçası olan Panama Kanalını istedi. Bu isteğini çeşitli defalar yineledi. Bütün bunlarla yetinmeyen Trump, hızını alamadı ve bin yıldır Danimarka toprağı olarak kabul edilen ve 1953 yılında yeniden Danimarka'nın bir bölgesi olarak tanımlanan dünyanın en büyük adası olan Grönland’ı satın alacağını tüm dünyaya duyurdu. Üstüne üstlük dünya milletler ailesinin saygın bir üyesi olarak Birleşmiş Milletler Örgütüne bağımsız bir devlet olarak kayıtlı bulunan bağımsız Kanada Devletini ise bir eyalet olarak ABD’ye katılmaya davet etti. Dünyanın gelmiş geçmiş tüm diplomatik kurallarını ve klasik devlet adamı nezaketini ve etiğini yerle bir ederek dünya televizyonları önünde Ukrayna Başkanı Zelenski ile girdiği polemikler ve fütursuz biçimde Ukrayna’nın tüm değerli madenleri kayıtsız şartsız istemesi de işin tuzu biberi oldu. Tabii dünya kamuoyu Trump’ın bu fantastik açıklamalarını konuşup tartışıyor. Elbette ki dünya dengeleri de bir biçimde bu açıklamalardan etkileniyor. Acaba Trump, bütün bu söylediklerini gerçekleştirebilir mi? Aslına bakarsanız Trump, bütün bu söylediklerinin bir tekini bile yapamayacağını herkesten çok iyi biliyor. Çünkü Amerikan sisteminde Başkanın bunları söylemeye yetkisi vardır ama yapmaya yetkisi yoktur. Bütün bu söylenenlerin hayata geçmesi için karar verecek olan tek yetkili organ ise Amerikan Senatosudur. Peki bütün bunları bile bile Trump neden böyle bir söylemle dünya kamuoyunu allak bullak ediyor. Çünkü Trump, dünyada Amerika aleyhine gelişen bazı ekonomik ve siyasal dengeleri Amerika lehine hızlı bir biçimde değiştirebilmek için aslında günümüz dünyasınca pek fazla bilinmeyen ancak, kelimenin tam anlamıyla bir Amerikan icadı olan “Şoklarla Yöntem” dediğimiz yönetim modelini uygulamak istiyor. Aslında Trump uyguladığı bu yönetim modeliyle de kısmen muradına ermiş gibi görünüyor. Dikkat ederseniz son günlerde tüm Avrupa ülkeleri ulusal gelirlerinden askeri harcamalar için ayırdıkları payları arttırmak zorunda kaldılar. Böylece Amerikan silah endüstrisi için yeni ve büyük bir Pazar oluştu. Ve dünyada Avrupa lehine ve Amerika aleyhine gelişmekte olan dünya ticareti payı oranları dönüşüme uğrayarak yeniden Amerika lehine dönmeye başladı. Tabii buna benzer, Amerika lehine daha pek çok gelişme de yaşandı. Son günlerde birbiri ardına yaşanan bu çeşit olaylar nedeniyle bizlerin dünya medyasında somut olarak tanık olduğumuz gibi; “kriz”, “şok” ve özellikle de “kaos” gibi kavramlar dünya kamuoyunun en çok tartıştığı ve gazete ve televizyonların en çok üzerinde durduğu en güncel kavramlar haline geldi. Söz konusu kavramlar aynı zamanda yönetim bilimlerinde de yeni ve güncel yönetim modelleri ve teknikleri olarak ele alınmaya ve üzerlerinde çalışılmaya başlandı. Bu bağlamda, kriz yönetimi, şok yönetimi ve kaos yönetimi gibi çağdaş yönetim anlayış ve yaklaşımları, önemli birer disiplin olarak ön plana çıkmaya başladı. (Devam edecek)