Dünya tarihi, özü itibarıyla insanlığın uygarlaşma tarihidir. Maymundan insana evrimleşme tarihinde emek belirleyici rol oynamıştır. Bu tarih emek ve sınıf kavramları dışlanarak tanımlanamaz. Bu tarihin ilk öncülü ya da ilk eylemi insanların maddi yaşamlarını sağlayan zorunlu ihtiyaçlarının üretilmesidir.
Emek bir eylem olmakla birlikte ilişki olma özelliğini taşır. Hem insanla doğa arasında, hem de insanla insan arasında süren bir ilişki. İnsan, doğayı kendi ihtiyaçlarına uygun hale getirmek amacıyla değiştirmekte, kendisi de bizzat bu süreçte değişikliğe uğramaktadır. İnsan, ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla doğayla girdiği ilişkide, ihtiyaçlarının sürekli yenilenmesiyle yüz yüze kalır. Bundan dolayı üretim güçleri, pratik insan enerjisinin sonucudurlar. Daha önceki faaliyetin ürünü olan üretim gücü nesneleşmiş emeği içerir; bunlar iş araçları, makinalar, üretim deneyimleri, iş alışkanlıkları ve üretim metodlarıdır. Üretimin en hareketli unsuru olan ve sürekli değişikliğe uğrayan, gelişen üretim güçleridir.
‘Toplumsal oluşum birçok üretim biçiminin üst üste binmesi ile oluşur, bunlardan biri egemen rolü elinde tutar; dolayısıyla burada 'saf' üretim biçiminkinden daha çok sınıf vardır. Sınıf sayısındaki bu artış; bunların ayrımlanma ölçütlerindeki herhangi bir değişiklik sonucu değil, ancak tüm anlamı ile bu oluşumda var olan üretim biçimlerinin, bu üretim tarzlarının bileşimlerinin büründüğü somut biçimlerin sonucudur. Ancak burada bir noktaya işaret etmek gerekiyor: her ne kadar 'saf' bir üretim biçimindeki sınıfların incelenmesinde bunların üretim ilişkilerinin salt ekonomik düzey ile olan ilişkileri ile yetinilmişse de bunları sonuç olarak almamak gerekir.’ der Poulantzas.
Marx’a göre; insanın insanla ilişkisi ise kendi ihtiyaçlarını karşılamada diğer insanlarla ister istemez girdiği ilk ilişki biçiminden başlayarak, sınıflı toplumlarda ‘çalışan’ ve ‘çalıştıran’ olarak insanın aynı üretim sürecinde karşılıklı olarak girdiği ilişkilere doğru gelişmiştir. ‘İnsanlar toplumsal üretimlerinde son derece gerekli ve kendi iradelerinden bağımsız olan belirli ilişkilere girerler; bu üretim ilişkileri maddi üretici güçlerin belirli gelişme aşamalarına tekabül eder. Üretim ilişkilerinin bütünü toplumun ekonomik yapısını meydana getirir.
Marx-Engels, kendilerine kadar gelen ve o güne kadar toplumsal değerlendirmelerde kullanılan genel kategorileri ve kavramları, sınıfların oluşumu ve gelişimine bağlayarak yeni bir dönem başlatmışlardır. Böylece tarih, sınıf mücadelelerinin tarihi olarak yerine oturtulmuştur. Artık belirsiz, genel ve soyut idea olarak bir aile, ya da sivil toplum ve devlet (politik ilişkiler) kavrayışı yıkılmıştır. Marx ve Engels tarafından geliştirilen toplumsal, kültürel ve siyasi fenomenlerin maddi şeylerin üretim tarzı tarafından belirlendiğini öne süren öğreti olarak tarihsel materyalizm, tarihsel olay ve süreçlere ilişkin açıklamada nedensel önceliği, fikirlere değil de ekonomiye vermiştir.