Tüketimin son derece hız kazandığı ve hayatımızın her alanına dahil olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Her şeyi hızlıca tüketiyoruz. Satın aldığımız ürünler, seyrettiğimiz programlar, dinlediğimiz müzikler; hatta insanlarla olan ilişkilerimiz de buna dahil. Hepimizin birer tüketiciye dönüştüğü günümüz dünyasında, popüler kültürün yaşam standartlarımızı şekillendiren bir noktaya evrildiğini görüyoruz.
Hafızamızı biraz zorlayarak bundan 20, 30 yıl öncesini düşünelim. Televizyon programlarını, dizileri, filmleri, dinlediğimiz müzikleri, satın aldığımız ürünleri, insanlarla olan ilişkilerimizi getirelim gözümüzün önüne ve günümüzle kıyaslayalım. Mesela teknolojik aletler. Eskiden dayanıklılığı ve uzun ömürlü olması ile övgü toplayan, satın alınan ürünler; günümüzde bir kaç yıl içinde eskiyen, bozulan ya da modası geçen bir şekilde karşımıza çıkıyor. Hala 80'lerin, 90'ların müziklerini dinliyor ve eskimediklerini söylüyoruz, fakat günümüzde dinlenilen müzikler aynı şekilde uzun ömürlü olmuyor. En beğenilen parçalardan bile kısa süre sonra sıkılıyoruz. Televizyon programlarını, dizi ve filmleri eski yapımlarla kıyaslayınca ne kadar basit ve çıkar odaklı olduklarını görüyoruz. Neredeyse tüm yapımlar birbirinin kopyası şeklinde. Herhangi bir dizi ya da film beğenildigi an peşi sıra bir çok türevi çıkıyor piyasaya veya devam serileri çekiliyor. İnsan ilişkileri için de maalesef farklı düşünmek mümkün değil. İnternetle birlikte hayatımızın her alanına dahil olan hız ve tüketim çılgınlığı arkadaşlıklarımızı da etkiliyor. Yüzyüze görüşmediğimiz insanlar bir anda arkadaşımız olabiliyor ve aynı şekilde çok basit sebeplerle onlarla iletişimi kesebiliyoruz. Kısacası hayatımızdaki her şeyi hızlıca tüketiyoruz, insanları bile. Peki neden böyle?
Günümüzde üretilen her şeyin değeri ne kadar ve ne hızla tüketildiği ile ölçülür bir hale gelmiş durumda. Bu sebeple üretilen her şey, en kaliteli olanı bile hızlıca yerini yenisine bırakıyor. Kullandığımız teknolojik aletler de, okuduğumuz kitaplar da, seyrettiğimiz filmler de buna göre şekilleniyor. Paralel olarak insan ilişkilerimiz de . Çoğunluk, tüketim oranına göre bir üründe birleşiyor, bir kesim ise kendini çoğunluğun dışında görmek veya göstermek için ayrılıyor. Bestseller kitaplar, gişe rekortmeni filmler bir anda insanlar arasında yayılıp, beğenilebiliyor. Buna karşılık sırf çok fazla kişi tarafından beğenildi ve popüler oldu diye bazı insanlarda önyargılar oluşabiliyor. Örneğin; Sabahattin Ali, Stefan Zweig gibi kaliteli yazarlar bile, herkes tarafından okunduğu için bazı kesimler tarafından önyargılı bir tutumla karşılaşabiliyor. Peki neden bir ayrışma içindeyiz?
Hayatımızın her alanına yayılmış olan bir rekabet durumu mevcut. Çocukluğumuzda aile içinde başlayan, eğitim hayatımızda ve sonrasında iş hayatımızda devam eden sürekli bir rekabet halindeyiz. Bu yüzden hepimiz kategorize olmuş bir şekilde yaşıyoruz. Bir çok insanı kendimizden aşağı görüyor ve onlarla ortak beğenilerde birleşmekten rahatsızlık duyuyoruz. Kendimizden yukarıda gördüğümüz insanlara ise nefret ve kıskançlık ile bakıyoruz. Herkesle olduğu gibi kendimizle de bir yarış içerisindeyiz. Sürekli ve hızla tüketiyor ve tükettiklerimiz etrafında gruplaşıyoruz. Halbuki bir şey çoğunluk onaylıyor veya onaylamıyor diye iyi ya da kötü değildir. Önyargılarımızdan kurtulmalı, bakış açımızı değiştirmeli ve içimizdeki rekabet duygusundan kurtulmalıyız. Hayat bir yarış değildir.