Neden kendimize ayırdığımız zamanlara "boş zaman" diyoruz? En sevdiğimiz, bizi en mutlu eden anlar, bu boş zaman dediklerimiz değil midir? Kitap okumak, resim yapmak, müzik dinlemek, seyahat etmek, doğaya karışmak, arkadaşlarımızla vakit geçirmek boş zaman aktivitesi midir? Değildir elbet, olmaması gerekir! Fakat kime sorarsanız, boş vakitlerinde bu ve benzeri şeyler yaptığını söyleyecektir. İşte temel problem de burada başlıyor. Bence boş zaman, keyif aldığımız bu zamanları yaratabilmek için çalışmak zorunda olduğumuz vakitlerdir.
Bertrand Russell "Çalışmak abartılmış bir eylemdir." der. Buradan Russell'in tembel bir insan olduğu çıkarılmasın. Bu durumun açıklaması için Antik Yunan'a uzanıp, Kronos ve Kairos'tan bahsedeceğim sizlere. En basit şekliyle anlatmak gerekirse; Kronos niceliksel, Kairos ise niteliksel zamandır. Kronos Antik Yunan'da "Zaman Tanrısı" olarak bilinir ve elinde bir orakla temsil edilir. Zamanın akıp gidişini temsil eden bu orak sembolü oldukça manidardır. Kairos ise "Fırsat Tanrısı" olarak bilinir. Omuzlarında ve ayaklarında kanatları vardır ve bu sayede oldukça hızlı hareket eder. Uzun perçemleri olmasına rağmen, başının arkasında saçı yoktur. Saçının olmayışı ve kanatlarından dolayı onu arkadan yakalamak imkansızdır. Gerçek hayatta karşımıza çıkan fırsatlar da işte bunun gibidir, kaçırınca tekrar yakalayamayız.
Hayata Kairos'un penceresinden bakmak bu yüzden oldukça önemlidir. Çünkü geçirdiğimiz zaman ne kadar nitelikli ise hayatımız da o kadar renklenir. Müzik, resim ve edebiyat ile uğraşmak, keyif aldığımız şeyleri okumak, güzel bir melodinin akışına kapılıp gitmek, dans etmek, her türlü spor ve meditasyon gibi bize kişisel olarak anlamlı gelen, yapmaktan zevk aldığımız aktiviteler bu süreçte ortaya çıkar. Kısacası zamanımızın ne kadarına Kairos'un penceresinden bakarsak o kadar üretken olur ve hayattan keyif alırız. Bu zaman zarfında arkasından koşturacağımız ve telaş yapacağımız bir durum yoktur. Dingin ve huzurlu bir şekilde akar zaman. Einstein'in zamanın göreceli olduğu teorisi de bu durumun ispatı şeklindedir. Zaman Kronos'un penceresinden bakınca ne kadar yavaş ilerliyorsa, Kairos'un penceresinden bakınca da aksine oldukça hızlı, renkli, anlamlı ve üretken bir biçimde akıp gider.
Hangi aktiviteler bizi ve ruhumuzu besliyor, neler bizi yeniliyor, neler ise tüketiyor ve yaşam enerjimizi emiyoyorsa ayırdına varmamız gerekiyor. Ruhumuzu ve bedenimizi besleyecek bu zaman aralıklarını yaratmaya izin vermeli, hatta bunun için mücadele etmeliyiz. İşte o zaman dinginliğe kavuşur, yenilenir ve zenginleşiriz. Zevk aldığımız şeyleri yaparken; hayattan daha fazla keyif alır, yaşama daha farklı bakar ve daha sıkı sarılırız. Dert ve sıkıntılarla karşılaştığımızda da kendimizi daha güçlü hissederiz. Bu yüzden kendimize ayırdığımız/ayırabildiğimiz zamanları, hayatımızın en özel anları olduğunu bilerek geçirmeliyiz.
Peki bu zamanı ne derece yaratıyoruz/yaratabiliyoruz? Hep bir koşturmaca halinde sürüklenip gitmekten pek de fırsat bulduğumuz söylenemez. Çoğumuz ne yazık ki bu zamanların öneminin farkında bile değil. Daha üzücü olan ise; yaşadığımızın farkına varmamızı sağlayacak ve yaşantımızı anlamlı kılacak bu özel zamanlara "boş vakit" diyor oluşumuz. Çünkü yaşam mücadelesi içinde çırpınıp duruyoruz ve hayatımız işe gitmek, işten gelmek, yemek yemek, uyumak şeklinde bir tekrardan ibaret. "Ne yapalım kardeşim mecburuz." dediğinizi duyar gibiyim. Doğru ama bir yere kadar! Küçük bir azınlık hariç hepimiz çalışmak zorundayız ve ne yazık ki ülkemizdeki çalışma şartları/süreleri de oldukça uzun ve meşakkatli. Her ne olursa olsun çalışmak yine de hayatımızın odak noktası olmamalı. Russell’a göre çalışmayı görev olarak görmek “köle ahlakı”nın (iktidar sahiplerinin, güçsüzleri kendi çıkarlarına göre yaşamaya ikna etmelerini sağlayan aracın) bir parçası. Bu yöntem bizi bedensel ve ruhsal olarak sömürürken, "efendilere" özgürce geçirebilecekleri boş vakitler yaratıyor. Evet, çalışmak zorunda olduğumuz, hatta hayatımızın merkezine koyduğumuz bu süreç, başkalarının "boş vakitlerini" keyifle geçirmeleri için gerekli. Sözün özü Kronos zamanı içinde adeta bir makine gibi çalışıp, işini (hele ki sevmediği hâlde) hayatının merkezine alıp önce beden, sonra da ruh sağlığını kaybeden kişi mi yoksa sürüklenirken önüne gelen Kairos zamanlarını kaçırmayıp yaşamını güzelleştiren kişi mi daha çalışkandır? Eh, ne için çalıştığınıza bağlı! Başkaları için çalışıyor ve hayatınızı renklendirecek hiçbir şey yapmıyorsanız, ömrünüz boşa geçiyor demektir. Her ne şartta çalışıyor olsanız da keyif aldığınız şeyleri yapmak için uğraşıyor, bir şeyler üretiyor/üretmek için çaba sarfediyor ve hayatınızın merkezine kendinizi, sevdiklerinizi/sevdiğiniz şeyleri koyuyorsanız ne mutlu size.