Dünyaca ünlü şairimiz Nazım Hikmet, "Kuvayı Milliye Destanı" adlı ölümsüz eserinde; 26 Ağustos 1922 günü Afyon Koca Çimentepe’deki karargahında; askerî harekâtı başlatma anını bekleyen Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’i şöyle betimlemektedir. “… Paşalar onun arkasındaydılar. //O, saati sordu. //Paşalar: "Üç" dediler, //Sarışın bir kurda benziyordu. //Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. //Yürüdü uçurumun başına kadar, //eğildi, durdu. //Bıraksalar //İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak //ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak //Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı…” Evet, kısa bir alıntı yaptığımız “Kuvayı Milliye Destanı”ndaki bu etkileyici sözler, şiirsel bir anlatım ve edebi bir söylem olsun diye değil, tam aksine bir gerçeği vurgulamak için söylenmiştir. Çünkü bu askerî harekât, Mustafa Kemal’in kendi anılarında da bizzat belirttiği gibi, tam bir gizlilik ve sessizlik içerisinde, bilinçle ve sabırla planlanmıştır. Bu savaşta, askeri strateji ve taktiğin; komutanın doğru yerde bulunması, sıklet merkezi, aldatma, gizlenme, düşmanı takip etme gibi ilkeleri kusursuz bir şekilde uygulanmıştır. Hiç şüphesiz bu savaşın Türk ve Dünya tarihinde çok özel ve önemli bir yeri vardır. 30 Ağustos Askeri Zaferi ve “Başkomutanlık Meydan Savaşı” kelimenin tam anlamıyla kendine özgü, özel ve özgün bir savaştır. 30 Ağustos Zaferi, askeri plan, strateji ve taktiklerini bizzat Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in hazırladığı, askeri terminolojide “yarma harekâtı” denilen bir harekatla kazanılmıştır. Bu savaş taktiklerini tarihte pek az komutan başarıyla uygulayabilmiştir. Yarma harekâtı, çok güçlü ordulara karşı, daha güçsüz olan orduların uyguladığı bir savaş stratejisidir. Örneğin, antik çağlarda Büyük İskender, Gaugamela Savaşı’nda, kendisinden çok daha güçlü ordulara sahip olan Ahameniş (Pers) İmparatoru III. Darius’u böyle bir yarma harekatıyla yenebilmiştir. Kartaca Kralı Hannibal, aynı taktikle Roma ordularını dize getirebilmiştir. Çok iyi bir tarih bilgisine sahip olduğu bilinen Gazi Mustafa Kemal’in, “Başkomutanlık Meydan Savaşı”nın planlarını, Kartaca Kralı Hannibal’den esinlenerek hazırladığı bilinmektedir. Yapılan bu hazırlık ve planlamalar neticesinde; 30 Ağustos günü; Emperyalist ve sömürgeci İngiliz Devletinin boş vaatleri ve özendirmesiyle 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i ve Batı Anadolu’yu işgal etmiş olan Yunan Orduları bozguna uğratılmıştır. Böylelikle Anadolu’daki emperyalist işgallere son verilmiş ve Ulusal Egemenlik ve Kurtuluş Savaşımız, dünyayı sarsan büyük bir askerî zaferle sonuçlandırılmıştır. Bu büyük zaferin Türk ve Dünya tarihinde çok önemli sonuçları olmuştur. Konuyu, fazla söze gerek kalmadan, ünlü yazarımız Falih Rıfkı Atay’ın bir yazısından alıntı yaparak irdeleyecek olursak “nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, özgür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferine borçluyuz.” Şeklinde kısaca özetleyebiliriz. Yine aynı konuyu, bizzat Mustafa Kemal’in 30 Ağustos zaferi için yaptığı bir açıklama sırasında önemle belirttiği gibi “Bu Anadolu zaferi, tarihte bir ulus tarafından tam olarak benimsenen bir düşüncenin ne denli büyük ve dinç bir güç olduğunun en güzel örneği olarak kalacaktır.” Biçiminde değerlendirebiliriz. 30 Ağustos, bizzat bu savaşın baş komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın çeşitli konuşmalarında açıkça belirttiği gibi, tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve özgürlük düşüncesinin zaferidir. Tarihsel açıdan taşıdığı çok önemli ve özgün özellikleri vardır. Birincisi, 30 Ağustos 1922 günü kazanılan bu savaş, tarihteki emperyalist işgallere karşı kazanılmış olan ilk ve tek ANTİ-EMPERYALİST ULUSAL BAĞIMSIZLIK VE KURTULUŞ SAVAŞIDIR. Bu açıdan bakıldığında mazlum milletlere örnek ve umut olmuştur. İkinci olarak; bütün bir Osmanlı tarihi açısından bakıldığında ise Büyük Zafer; 26 Ağustos 1922 günü başlayıp 30 Ağustos günü zaferle sonuçlanan “Başkomutanlık Meydan Savaşı” dolayısıyla Türk Harp Tarihinde; 29 Ağustos 1526’da kazanılan “Mohaç Meydan Savaşı”ndan tam 400 yıl sonra yapılan ve kazanılan ilk ve tek meydan savaşı olmuştur. Bu savaş da başta Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Ulusal Kurtuluş Savaşını yürüten ve daha sonra da Tam Bağımsız Cumhuriyet idaresini kuran kadro sayesinde kazanılabilmiştir. Osmanlı Devleti 1683 yılında başarısızlığa uğradığı II. Viyana kuşatmasından sonra gerileme devrine girmiştir. 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması ile ilk kez toprak kaybederek Avrupa’dan geri çekilmeye başlamıştır. Bu geriye çekiliş ve toprak kayıpları, 1921 yılında yapılan Sakarya Savaşı’na kadar devam etmiştir. Belirtilen tarihler arasında geçen yüzyıllar içerisinde yapılan savaşlarda, Osmanlı Orduları hep savunma savaşları yapmak zorunda kalmıştır. Ve bu savaşların çoğunda da savaştan yenik çıkarak toprak kaybetmiştir. Birinci dünya savaşında kazanılan Çanakkale Zaferi de sonuçta bir savunma savaşıdır. Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi nedeniyle o Zafer de bir işe yaramamış, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra Emperyalist ve sömürgeci devletler, ellerini kollarını sallaya sallaya Çanakkale ve İstanbul boğazlarını geçerek İstanbul’u işgal etmişlerdir. İşgalci emperyalist devletler, Anadolu’da elde ettikleri topraklar ve Padişah üzerinde sağladıkları hükümranlık ve baskı dolayısıyla çok büyük bir özgüven ve üstünlük duygusuna kapılmışlardı. Bu özgüven nedeniyle, savaştan önce işgalci Yunan subayları, kendi hükümetlerine gönderdikleri bir raporda; Batı Anadolu’da yaptıkları tahkimatların Türk Ordusu tarafından 6 ayda geçilemeyeceğini bildirmişlerdi. İşgalci orduların gücünü iyi hesaplayan Gazi Mustafa Kemal Paşa, kendisinden çok üstün asker, silah ve lojistik imkânlara sahip Yunan ordusuna karşı askeri bir yarma harekâtı planlamıştır. Bu plana göre, Türk topçusunun desteğindeki süvari birlikleri Dumlupınar’dan kuzeye doğru bir ok gibi ilerleyerek Yunan ordusunu ortadan ikiye bölecek, haritaya göre önce sağ tarafta kalan Yunan birlikleri imha edildikten sonra, irtibatını ve sevk ve idaresini kaybetmiş olan soldaki birliklere yönelip onları da İzmir’de denize dökecekti. Tam da planladığı gibi olmuş, 6 ayda geçilemez denilen Yunan tahkimatları, 6 günde darmadağın edilmişti. Bozguna uğrayan Yunan orduları geçtiği yerleri yakıp yıkarak İzmir’e doğru kaçmaya başlamıştır. 1 Eylül 1922 günü “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri” emrini veren Gazi Mustafa Kemal, bu emriyle yeni kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırlarını belirlemiştir. Emperyalist devletler, bunu hiçbir zaman unutmamışlardır. Mustafa Kemal’e, Kemalist Cumhuriyet devrimcilerine ve tam bağımsızlık idealinin savunucularına besledikleri bitmeyen kin ve nefretin en önemli nedenlerinden birisi de işte bu olağanüstü zaferdir. 30 Ağustos tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve özgürlük düşüncesinin zaferidir. Bu yönüyle de dünya tarihini derinden derine etkilemiştir. Emperyalist işgallerin duraksamasına ve dünya üzerindeki yayılmasına engel olmuştur. Afrika’da, Asya’da ve Latin Amerika’da emperyalist devletlerin sömürgesi haline gelmiş olan mazlum milletlere örnek olmuş ve cesaret vermiştir. Büyük Zaferi öğrenen Hintli Lider Mahatma Gandhi’nin söylediği “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı da İngilizlerin yanında zannediyordum” sözleri, mazlum milletlere verilen tarihsel bilincin ve özgüven duygusunun somut bir örneğidir. 30 Ağustos Zaferi, ezilen, sömürülen ve yok edilmek istenen bir halkın topyekûn katılımıyla kazanılmıştır. Osmanlı’nın külleri üzerinden yeni bir devletin doğabilmesi, çağdaş ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulabilmesi ancak bu savaşın kazanılması sayesinde mümkün olabilmiştir. Nitekim Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1922 günü Büyük Zaferi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne müjdelemek için yazdığı telgrafta “Bu zaferin, ulusal egemenlik düzeninin zaferi” olduğunu ve hanedanlık ve tek adamlık yönetimlerinin çağ dışılığını her zaman gözler önüne serecek şekilde özenle belirtmiştir. Toplumsal var oluş yok oluş sürecinde bu kadar yaşamsal bir öneme sahip olan ve tartışmasız olarak varlığımızı ve bugünlerimizi borçlu olduğumuz Zafer, işte bu tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve özgürlük düşüncesinin zaferdir. Dolayısıyla her yurttaşımızın ister iktidarda ister muhalefette olsun her siyasi partimizin bu şanlı tarihsel mirasa sahip çıkması, onun anti-emperyalist ve özgürlükçü ruhunu gerçek anlamıyla anlamaya ve özümsemeye çalışması gerekmektedir. Çeşitli yapay ve zorlama dini, ahlaki gerekçelerle ve tamamen uydurulmuş, yalan yanlış tarihi çarpıtmalarla, tarihin bu yalın gerçekliğini yok saymaya, onu sıradanlaştırmaya ve değersizleştirmeye çalışmanın hiç kimseye sağlayacağı hiçbir yarar yoktur. Olsa olsa bu tip inkârcı çabalar, uluslararası köleci sömürgecilik düzenine, emperyalizme ve küresel sermaye düzenine hizmet etmekten başka hiçbir işlev yerine getiremez. Ve ülkemize ve halkımıza olumlu olarak kabul edebileceğimiz somut hiçbir yarar sağlayamaz. Gerçek yurtseverlerin bu en büyük bayramı olan Büyük Zafer’in 102. Yıldönümü kutlu olsun.